Abdulkadir Pekel – Propaganda Savaşları

Seçimlere on gün kaldı. 7 Haziran seçimlerinin ardından, bitmek bilmeyen ve üzüntülü hadiselerle dolu bir yaz geçirdik. Barış sürecinin getirdiği huzurlu bir dönemin ardından; koalisyon tartışmaları, terör saldırıları, PKK’nın ateşkesi rafa kaldırması gibi vahim konularla yüz yüze geldik bir anda.

Peki nasıl bu hale geldik? Çok değil, bundan 7-8 ay önce, HDP’nin İmralı Heyeti ile Başbakan Yardımcısı, İçişleri Bakanı, Kamu Düzenliği ve Güvenliği Müsteşarından oluşan Hükümet Heyeti birlikte bir açıklama yapmış, daha sonra binlerce insanın katıldığı Nevruz bayramında Öcalan’ın silah bırakma çağrısı okunmuştu. Barışa en çok yaklaştığımız umutlu günlerdi… Uzun yıllardır, bin bir zorluklarla elde edilen kazanımları bu kadar kısa süre içinde kaybetmek insanı kederlendiriyor…

Bir yandan da “Erdoğan-karşıtı cephe[1]” tarafından “propaganda savaşları” yürütülüyor. “Propaganda savaşları” dediğim olay kısaca şu: Ülkede cereyan eden her kötülük ve şeytanilikten Erdoğan ve Ak Parti sorumlu tutuluyor, bu söylem sosyal medya ve “Erdoğan-karşıtı cephe”nin medyası (Kabaca; Gülen, Doğan ve PKK medyası) aracılığıyla yayılıyor. Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels misali, “yeterince büyük yalan”lar üreterek ve bu yalanları “yeterince uzun bir süre söyleyerek” Erdoğan’ın gayri-meşru bir lider olduğu algısını yaratmaya çalışıyorlar. Halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmiş bir liderin diktatör olduğunu ve bir şekilde gitmesi gerektiğini ima -hatta bazen ifade- ediyorlar. Erdoğan’ı ve Hükümet üyelerini “asmayacaklarını” ama “yargılayacaklarını” söylüyorlar…

Propaganda savaşlarının en iğrenç örneğini sanırım Ankara Katliamı’nda gördük. Ankara Garı’nın önünde patlayan iki bombanın ardından, daha polis olay yerine ulaşmadan, katliamın planlayıcısı ve sorumlusu olarak Erdoğan ve Hükümet ilan edildi. Daha cansız bedenler yerden kaldırılmadan, olayın şoku atlatılmadan insan canı Erdoğan devirmeciliğinin aracına dönüştürüldü, ahlaksızca.

Ancak propaganda savaşlarının tek örneği tabii ki Ankara Katliamından sonra yaşananlar değil. Uzun bir süredir sürdürülen bu savaşlar, 7 Haziran’dan sonra yoğun bir şekilde devam ediyordu.

Seçimlerden kısa bir süre sonra Türkiye, yoğun bir çatışmanın içinde buldu kendini. Neredeyse her gün şehit haberleri geliyor. Muhtelif haber kaynakları, PKK’nın da çok sayıda kayıp verdiğini bildiriyor. Ama bu seferki savaşın çok farklı bir özelliği var. Ankara Katliamı’ndan sonra gelişen sürece benzer şekilde, Erdoğan-karşıtı cephe, PKK’nın gerçekleştirdiği terör olaylarından PKK’yı değil, Erdoğan’ı sorumlu tutuyor ve bunu yapmak için bazen yalana ya da saptırmaya başvurmaktan da geri durmuyor.

Mantık şu: “Seçimlerden sonra tekrar başlayan savaşı, oy kazanmak için Erdoğan başlattı.” ya da “Erdoğan 400 milletvekilini alamayınca delirdi, savaşı başlattı.”

Tamamen PKK/HDP çevrelerinin dolaşıma soktuğu bir propaganda bu. PKK ya da HDP’nin yöneticileri de zaman zaman savaşın AKP’ye karşı yapıldığını “gezi ruhunun canlanması” gerektiğini ya da “çatışmaları Erdoğana/saraya bağlı Gladyo’nun başlattığını” ileri sürüyorlar.

Bu sözler tabii ki doğru değil. Bu savaşı Erdoğan ya da Hükümet başlatmadı, PKK ve KCK başlattı. HDP’nin %13 oy alarak meclise 80 milletvekili soktuğu seçimlerden bir ay sonra, 11 Temmuz’da, KCK “barajları” gerekçe göstererek ateşkesin bittiğini açıkladı. 80 vekilin, baraj yapımı gibi bir meselede bile siyasi mücadele yürütemeyeceği anlamına gelen, siyaseti anlamsızlaştıran ve hiçbir meşruiyeti bulunmayan bir açıklamaydı bu. Ertesi gün PKK’lıların sivil bir minibüsü taradığı ve bir vatandaşın hayatını kaybettiği haberi geldi. 15 Temmuz’da ise KCK yürütme konseyi eş başkanı Bese Hozat, yeni sürecin “devrimci halk savaşı” olduğunu ilan eden bir yazı yazdı, Özgür Gündem’de. 22 Temmuz’a gelindiğinde, Ceylanpınar’da iki polis, “Suruç’a misilleme” gerekçesiyle, uykusunda şehit edildi ve PKK bu saldırıyı üstlendi. TSK’nın ilk hava operasyonu, tüm bunlardan sonra, 25 Temmuz’da geldi. Açıkça görülüyor ki, TSK’nın ilk operasyonu KCK’nın ateşkesin bittiğini açıklamasından iki hafta sonra gerçekleşti.

Ama ne yazık ki Erdoğan-karşıtı medya, PKK’nın savaş propagandasına salça olmak pahasına, Erdoğan’ı kamuoyu önünde linç edebilmek için, savaşı onun başlattığı söylemini kabullenip dolaşıma sokuyor. PKK’nın terör saldırıları gerektiği biçimde kınanmayıp (hatta bu saldırıları kınayanlar da kınanarak), sanki tetiği çeken Erdoğan’mış gibi, Erdoğan hedefe oturtuluyor. “Erdoğan başlattı savaşı”, “400 vekilin bedeli”, “Daha ne kadar kan aksın, 400 vekil için ey Erdoğan” gibi, saçma, gerçeklikle alakası olmayan sözler ve haber başlıkları… Tabii ki amaç, şehit haberlerinden dolayı ortaya çıkan nefreti Erdoğan’a yönelterek onu siyaseten bitirmek ve önümüzdeki seçimlerde Ak Parti’nin oy kaybetmesini sağlamak. Bu amaca ulaşmak için böyle gerçek dışı yollara sapmayı da uygunsuz bulmuyorlar.

Peki barış olmasını çok arzular görünen, savaştan da olabildiğine yakınıp savaşın nefretini Erdoğan’a yıkan bu kesim, Erdoğan barış için çırpınırken ona destek oluyor muydu? Barışa en çok yaklaştığımız zamanlarda bile, barışın, çatışmasızlığın üstüne titriyorlar mıydı?

Hayır. Burun kıvırıyorlardı. Kimileri, milliyetçi/kemalist kesim, “üniter yapı”, “Terörist başıyla konuşulmasın”, “Bunların başlarını ezeceksin”, “Kürtlerin bizden eksik neyi var ki”, “Doğuda elektrik faturası bile ödemiyorlar” gibi ifadelerle, eski tas eski hamam, barışa karşıydılar. “Çözüm”ü çözülme olarak görüyorlardı.

Kendilerini sosyal demokrat/solcu/sosyalist olarak adlandıran bazı muhaliflerse, “Erdoğan’la barış mı olur?”, “Bu adam sizi kandırıyor”, “PKK türkiye’yi neden terketsin?”, “Kürtler bizi sattı mı?”, “Erdoğan başkanlığı istiyor barış umurunda değil” gibi, saçma bir söylemi sahiplendiler. Belki de kendilerinin başarmak istediği bir şeyi Erdoğan’ın başarmak üzere olmasını kendilerine, gururlarına yediremediler.

Dolayısıyla bugün sanki barışı çok arzularmış gibi, savaşın bütün sorumluluğunu Erdoğan’a yüklemeye çalışanlar, barış olurken Erdoğan’a omuz vermeyi kendilerine yakıştıramamışlardı. “Erdoğan bundan kazançlı çıkar” diye… Bugün de, “Savaş oluyor, sen ne kadar kana susamış bir insansın ey Erdoğan” diye ağlama numarası çekenlerin dertlerinin, savaşı bitirmek ya da barışın üzerine titremek değil, yitirilen canları birer propaganda aracı haline getirerek Erdoğan’dan bir şekilde kurtulmak olduğunu anlamak zor değil.

[1] Kavramsallaştırma Cennet Uslu’ya ait. Bkz.: “Türkiye’nin Dönüşümü, Cepheleşme ve Liberallerin Ayrışması”, Liberal Düşünce, Sayı: 77, 2015/Kış, s. 7-40.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et