Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yapılan referandumun ardından Irak merkezi ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinin Kerkük’e girmesi üzerine Mesud Barzani, ABD’nin tavrından hayal kırıklığına uğradığını belirtmişti.
“İran destekli paramiliter güçlerle Irak ordusunun, ABD’nin kendilerine tedarik ettiği tanklar ile petrol kenti ve Kürtler için önemli bir kent olan Kerkük’ü almasına ABD’nin ses çıkarmamasına şok olduk” diyen Barzani şunları da eklemişti: “Amerikan silahları, Abrams tankları ve ABD’nin Irak ordusuna DEAŞ ile mücadele etmesi için verdiği silahları kullanıyorlardı. Ama bu silahları insanlar üzerinde kullandılar ve Amerika sessiz kaldı. Tabii ki bu beklenmedik bir durumdu.”
Barzani’ye göre Kürt savaşçılar çok zor şartlar altında hem IŞİD hem de El Kaide ile savaşmışlardı. Amerika’nın Kürtlerle olan ilişkilerini göz önünde bulundurarak saldırılara izin vermemesi gerekiyordu. Fakat Amerika saldırılara sessiz kalmıştı; bu nedenle insanların Amerika’ya olan sevgisi, umudu ve güveni giderek azalıyordu. Dolayısıyla Kürdistan yönetimi ABD ile olan ilişkilerini yeni bir değerlendirmeye tabi tutacak ve ciddi bir revizyondan geçirecekti. Bu meyanda Barzani “Rusların Amerika’dan daha iyi dost olabileceğini” ifade ediyordu.
ABD, PYD’yi oyuna getirir mi?
ABD’nin Irak’taki Kürt müttefiklerine karşı izlediği siyaset, Suriye’de ABD ile çok sıkı bir ilişki içinde olan PYD’de de soru işaretleri doğurdu. ABD’nin bugün büyük bir destek sunsa da yarın kendilerine sırt çevirebileceği kuşkusu PYD’nin zihnini kemirmeye başladı. Bilhassa Pentagon’un “PYD’ye silah yardımını gözden geçireceğiz” diye açıklama yapması ve Trump’ın Erdoğan’a “Artık PYD’ye silah verilmeyeceğini” belirtmesi kuşkuları daha da derinleştirdi.
Medyaya yansıyan bilgilere göre, Washington’da ABD’nin bölgedeki geleceğine dair iki farklı yaklaşım söz konusu. Bir tarafta, ABD’nin IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk var. McGurk, ABD’nin bölgede yapması gerekenleri yaptığını ve artık çekilme zamanının geldiğini düşünüyor.
Diğer tarafta ise Savunma Bakanı James Mattis bulunuyor. Mattis, bu aşamada çekilmenin yanlış olduğunu savunuyor ve bunu iki argümana dayandırıyor.
Bir: IŞİD henüz tamamen ortadan kaldırılmadı, ABD’nin çekilmesi bölgede bir güç boşluğu yaratır ve IŞİD bundan yararlanarak tekrardan palazlanabilir.
İki: Bölgede, ABD’nin sahada birlikte çalıştığı güçleri işi bittiğinde terk ettiğine dair bir yargı var. Eğer Suriye’de Kürtler de yüz üstü bırakılırsa bu yargı güçlenir ve ABD artık hiçbir savaşta kendisi için çatışacak bir güç bulamaz (Serdar Turgut, Habertürk, 04.12.2017).
ABD’nin oyun planı
Peki, kısa vadede bu iki yaklaşımdan hangisi diğerine galebe çalabilir?
ABD’nin Suriye’deki oyun planına bakmak, bu suali cevaplandırmaya yardımcı olabilir. Amerika’nın Suriye’de başlıca üç hedefi gözettiği söylenebilir. Birincisi IŞİD’i çökertmektir. İkincisi, IŞİD’ten temizlenen alanlarda belli bir istikrarı sağlamaktır. Üçüncüsü de nüfuzunu tahkim etmek ve bölgenin şekillenmesine doğrudan müdahale edebilmektir.
İlk iki hedef doğrultusunda önemli bir yol alındığı aşikâr; üçüncü hedef için ise daha kat edilmesi gereken epey bir mesafe var. ABD, hem yeni Suriye’nin inşasında daha fazla söz sahibi olmak ve hem de nüfuz sahalarını genişleterek İran’ı sınırlandırmak istiyor. Tüm bunları ancak kendisine bağlı güçlerle yapabilir.
Yani PYD’nin ABD’ye bağımlılığı olduğu kadar ABD’nin de PYD’ye ihtiyacı var. Dolayısıyla kısa vadede Trump’ın (aslında McGurk’ün görüşüne yakın dursa da) gerek yönetimdeki dengeler, gerekse dış politik hedefler sebebiyle Mattis’e uyacağı ve ABD’nin bölgede kalıp PYD ile olan işbirliğine devam edeceği öngörülebilir. Nitekim Erdoğan’a verilen söze rağmen PYD’ye silah sevkiyatının sürmesi bunun bir işareti olarak okunabilir.
Rusya ile yakınlaşmak
Burada ABD’yi en çok zorlayan unsur ise Türkiye’nin tavrı. Türkiye, PKK ile PYD’yi bir görüyor; PYD’ye verilen silahların PKK üzerinden kendisine karşı kullanıldığını belirtiyor; bir müttefik olarak ABD’den bu ilişkiyi kesmesini talep ediyor ve bu yöndeki çıkışlarının dozunu yükseltiyor.
Şüphesiz Türkiye, ABD’nin ilk kalemde gözden çıkartabileceği bir ülke değil. İki ülke arasında uzun bir geçmişe yaslanan derin ilişkiler de, Türkiye’nin bölge için taşıdığı anlam ve ağırlık da buna müsaade etmez. Bundan ötürü ABD bir yandan PYD’yi elinde tutmak istiyor, diğer yandan Türkiye ile arasındaki köprüleri korumaya çabalıyor. Birbirine karşıt iki güçle aynı anda ilişkilenme hali, ABD’yi kaçınılmaz olarak bir denge siyasetine mecbur ediyor.
Ne var ki izlenen bu denge siyaseti Türkiye’yi hiçbir şekilde tatmin etmediği gibi PYD’deki endişeleri de büyütüyor. Dolayısıyla hem Türkiye hem PYD ittifaklarını çeşitlendirip ittifak dengelerini yeniden kurmaya çabalıyorlar. Her iki tarafın da bu çerçevede yöneldiği adres Rusya oluyor.
Tarafların mutlak karşıtlıkları hesaba katıldığında bu durum garip karşılanabilir. Ama her geçen gün Türkiye’nin Suriye’de Rusya’nın yürüttüğü siyasete daha çok yaklaştığı ve PYD’nin de Rusya ile olan irtibatını daha fazla görünür kıldığı bir tablo belirginleşiyor.
(*) Bkz Kürdistan 24, 20 Aralık 2017; http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/602bd9f2-c30c-405d-bd71-1cc0e76e4d70.