20’den fazla ada ve adacıktan oluşan 12 Adalar, 1947 yılında Paris Anlaşması ile resmen Yunanistan’ın eline geçmişti. Lozan’dan Paris’e kadar 25 yıl boyunca Türkiye, siyasi ve ekonomik sorunlarını çözemediği için adalara sahip çıkamadı ve bugün Yunanistan sınırı, kıta sahanlığımıza kadar uzanıyor.
Bu tarihin, yarattığı kişisel hüzünler dışında çok fazla önemi yok. Güvenli ve huzurlu bir coğrafyada olmak, birçok şeye sahip olmaktan daha önemli. Ege’nin bereketi, İzmirliye olduğu kadar Hakkâriliye de uzanıyorsa bunun hazzı her şeyin üzerindedir.
Bu bereketi 1990’larda keşfetmiştim. Altın gibi kumları, berrak denizi, huzurlu doğası ve sakin insanı, iklimi, ülkeye döviz getiren turistleri, canlı yaz geceleri, eğlence mekânları, gece konserleri, gündüz plajları. Yüzlerce ada ve kayalık; adlarını kimse bilmez ama ilk sorana cevap hazırdır: “eşek adası”.
Ege’nin deniz altı tarihi de inanılmazdır. Eskiden Ege’de ticaret yapan batık gemilerden kalma milyonlarca amfora, tarihi dökme toplar ve kalyon parçaları, modern savaş tatbikatlarından kalma bir sürü tehlikeli patlamış mayın.
Sahip olduğu balık familyası da pek az denizde bulunur. Yüzlerce deniz canlısı ve balık, Ege’nin neden birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını anlamamıza yardım ediyor. Ege’nin hiç tartışmasız en lezzetli balığı dülger. Karadeniz’de kalkan ne ise Ege’de dülger odur.
Tabi ki kaya barbunu, çeşit çeşit mercanlar, bakalero (mezgit), kolyoz, çipura, orkinos, iskorpit, lüfer, levrek, küpes ve mırmır da fevkalade. Ürkütücü müreni ve boyu 4 metreyi bulan köpek balıklarını da unutmamalı.
Ege’nin Görünmeyen Yüzü
Bize bereket sunan Ege’nin görünmeyen bir yüzü daha var. Bugünlerde savaştan kaçarak güvenli ve huzurlu bir hayat için Ege’yi geçmeye çalışan umut yolcuları, bize bu yüzü göstermekte.
Ege’den Avrupa’ya geçmeye çalışan göçmen ve mültecilerin hikâyesi yeni değil. 1980’lerden beri yasa dışı yollardan Avrupa’ya geçmek isteyen Afgan, İranlı ve Iraklı mültecilere birkaç yıldır Suriyeliler de eklendi. 2015 yılında 500 bin mülteci ve göçmen, Akdeniz ve Ege üzerinden Avrupa’ya geçmiş. Kesin rakamlar olmamakla birlikte yaklaşık 4 bin insanın bu yolculuklarda hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.
Bu insan selinin tahminen üçte biri Ege’den geçiyor. Kesin istatistik rakamların olmaması, akademisyenlerin ayıbı. Türkiye’nin talihsiz akademik kaderi bir tarafa, Ege bize bir yandan bütün bereketini sunarken bir yandan yüreklerimizde acı ve hüzünler bırakıyor.
Peki, mülteciler neden boğuluyor? Bu sorunun cevabı basit. Aslında Karaburun, Mordoğan veya Dikili civarından yola çıkan bu teknelerle yaklaşık 15 mil uzaklıkta olan Midilli adasına güvenli bir şekilde ulaşmak çok kolay. Genellikle de mültecilerin kullandığı istikamet burası.
Amfora Değerinde Hayatlar
Yunan ve Türk sahil güvenliği, bu geçişleri doğal olarak engellemeye çalışıyor. Yakalanan teknelere yüklü cezalar kesilip, el konuluyor. Bu nedenle insan tüccarları, yakalanmaları durumunda en az zararla atlatmaları için eski tekneleri ve küçük botları tercih ediyorlar. Bu teknelerin Ege’nin Lodos’una dayanması zor.
Kazandıkları paradan daha fazlasını kaybetmek istemedikleri için sadece birkaç yolculuğa dayanabilecek tekneler ve botlar kullanılıyor. Güvenli can yelekleri, tekne ve botlara binebilecek insan sayısını azalttığından bunlar yerine daha işlevsiz yelekler kullanılıyor. Bunlar ise kurbanları su üzerinde tutmaya yetmiyor.
Velhasıl, Ege’de amforalar kadar ölüm var, ama ne yazık ki hiç meşhur değil.
Yeni Yüzyıl, 22.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/egenin-neyi-meshur-degildir-1030