Maşallah, birkaç hafta içinde herkes sosyalist oldu çıktı…
Konu terörden açıldı, oradan Zengin Güney’in kapısına dayanan mülteci akınına geldi, oradan fakirliğe, “gelir adaletsizliğine”, oradan da kapitalizme bağlandı. Sonunda serbest piyasa ekonomisi günah keçisi ilan edilip konu bir güzel bağlandı.
Sağcısı- solcusu, dindarı- milliyetçisi, işçisi- patronu bir olup nasıl da hevesle bu fikrin üzerine atladı, şaştım kaldım.
* * *
Keşke karşı karşıya olduğumuz sorun kapitalistlerin biraz daha cömert, biraz daha hayırsever olmasıyla hafifletilebilecek kadar küçük olsaydı ve keşke mülteci akını iç savaşlara bağlı olarak gündeme gelen geçici bir sorun olsaydı…
Ne yazık ki, çok daha kapsamlı ve derin sorunlarla karşı karşıyayız.
Bir bütün olarak bakarsak, dünya üzerinde gerçekleştirilen toplam üretim büyüyor, yani ekonominin hacmi büyüyor. Ekonomik globalleşmenin (gelir dağılımı üzerinde bozucu bir etki yapsa bile) mutlak yoksulluğu azalttığına, özellikle en yoksul dilimin yaşam şartlarında belli bir iyileşme getirdiğine dair ciddi araştırmalar var.
Ayrıca, hayat şartlarının iyileşmesi sadece şahsi gelirin bir fonksiyonu da değil. Yeni teknolojiler üretim maliyetini düşürerek, ürünün piyasa fiyatını aşağı çekiyor. Her geçen gün daha düşük gelir gruplarının bu ürünlere ulaşmasını mümkün kılıyor. Bugünün yoksulu dünün yoksulunun hayal bile edemeyeceği imkânlara –örneğin bedavaya yakın internet ulaşımına, ucuz uçak biletine, iyi yollara, hızlı ve ucuz toplu taşıma araçlarına, bedava sağlık ve kültür hizmetlerine – ulaşabiliyor ve dolayısıyla şahsi geliri aynı kalsa da refah düzeyi yükseliyor.
Demek istediğim, dengini sırtına yükleyip Zengin Güney’in kapısına dayanan geniş göçmen kitleleri bundan 20-30 yıl öncesinden daha kötü şartlarda yaşadıkları için çıkmıyorlar bu maceraya. Eskiden ulaşmayı mümkün görmedikleri “daha iyi bir hayat”a kavuşmayı şimdi mümkün gördükleri için çıkıyorlar köylerinden, yurtlarından… Eskiden doğdukları toprağa bir ağaç gibi kök salıp ölene kadar orada yaşamayı bir kader gibi görürken, şimdi televizyonun, telefonun, internetin küçülttüğü bu dünyanın herhangi bir yerinde daha iyi bir geleceğe sahip olma umudu taşıyor ve şanslarını denemek istiyorlar.
Ama geldikleri yerde kötü bir sürpriz bekliyor onları: İş kıtlığı! Üretim teknolojilerindeki değişimin sonucu olarak ortaya çıkan “bilgi yoğun” üretim tarzında artık daha az insan emeğine ihtiyaç duyuluyor. Bu da üretimin büyümesine rağmen istihdamın sabit kalmasına ve hatta azalmasına yol açıyor. Eskiden yüzlerce kişinin yaptığı işin birkaç kişiyle gerçekleştirilmesine olanak tanıyan yüksek teknoloji bir anlamda “İşsizlik çağı”nın da müsebbibi oluyor.
Elbette ki, bu dönüşümün ilk kurbanları da bilgi çağının yeni üretim tekniklerine uyum sağlama imkânı olmayan düşük vasıflı işçiler… Bugünün emek piyasası, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar kesin bir biçimde ikiye ayrılmış durumda: Bilgi çağına ayak uydurabilenler ve tökezleyenler… Bilgi çağının “ümmi”leri çaresiz bir biçimde üretimin dışına itilirken çağın üretim teknolojilerine ayak uydurabilen küçük bir grubun verimliliği olağanüstü artıyor. Ve bu eşitsizlik, geçmişte yaşadığımız bütün eşitsizliklerden; toprak sahipliğine, sermaye sahipliğine dayanan eşitsizliklerden de ırk ve cins temelinde yükselen eşitsizliklerden de daha zor aşılacak gibi görünüyor.
Peki neler olabilir?
Dünya nüfusunun küçük bir kısmı mal ve hizmetlerin daha büyük bir bölümünü üretirken geniş kesim büyük ölçüde üretim dışı –işsiz- kalırsa dünyayı nasıl bir gelecek bekler?
Kolay bir soru değil ama benim aklıma iki senaryo geliyor.
Birincisi yeni bir barbarlık çağı senaryosudur. Üretim dışına itilmiş büyük çoğunluğun üretici mutlu azınlıkları kuşattığı bir felaket senaryosu…
İkincisi ise, verimliliği olağanüstü artan nitelikli emeğin yarattığı üretim patlamasından yoksulların payına düşen miktarın da reel olarak yükseldiği; yani gelirler arası uçurum büyüse de mutlak yoksulluğun azaldığı bir dünyaya doğru gidebiliriz.
Eğer gidiş bu yönde olacaksa, bilelim ki bu ancak girişim özgürlüğünün ve serbest rekabetin alabildiğine gelişmesi, serbest piyasa ekonomilerinin iyi işlemesinin önündeki çarpıtıcı ve bozucu etkenlerin en aza indirilmesi sayesinde mümkün olabilir; kapitalizme küfrün moda haline gelmesiyle değil…
Akşam, 24.11.2015