Eğitim sektöründe çalışmama rağmen eğitim işinden fazla hazzetmem. Bunun ana sebebi zamanımızda eğitimin neredeyse her ülkede zorunlu ve merkeziyetçi olması. Finansmandan müfredata, hizmetin sunulmasından eğitim sektöründe istihdam edilenlerin kamu görevlisi olmasına kadar her alanda ve her açıdan devletler eğitime müdahil.
Devletlerin bu sevdasına genellikle ekonomik kalkınma ve eğitimde eşitliğin sağlanması, başka bir deyişle fakirlerin eğitim görebilmesi gerekçe yapılıyor. Bu görüş artık tartışılması neredeyse imkânsız bir kesin inanç hâline geldi. Fakirlerin eğitim alabilmesi meselesini bir yana bırakalım. Ekonomik kalkınmayla eğitim arasında doğrudan bir ilişki yok. En azından eğitim ekonomik kalkınmanın ateşleyicisi olmaktan uzak. Böyle olmasaydı, eğitimde çok ileri gittiği düşünülen sosyalist ülkeler dünyanın en gelişmiş ülkeleri olurdu. Totaliter sosyalist ülkelerde hem okuma yazma oranı hem de eğitimin ortalama seviyesi çok yukarılara çıktı, ama bu ülkelerin ekonomileri yerlerde sürünmekteydi. Söz açılmışken söylemek gerekirse, kalkınmanın tetikleyicisi eğitim değil kurumsallaşmış ekonomik özgürlüktür. Ekonomik özgürlüğün zenginleştirmeye başladığı ülkeler eğitime daha çok kaynak ayırabilecek hâle gelir ve ancak bundan sonra formasyon kazandıran eğitim ekonomik kalkınmaya katkıda bulunabilir.
Tarihî olarak eğitimin zorunlu ve merkezî hâle gelmesiyle ulus devletin yükselmesi arasında bir bağlantı var. Ulus devletlerin eğitimi doğru olduğuna inandıkları değerleri yeni nesillere benimsetmek için en etkili ve en ucuz araç olarak gördüğünü ve kullandığını biliyoruz. Bu yüzden en demokratik ülkelerde bile eğitim tamamen veya büyük ölçüde devlet güdümünde.
Türkiye’de de durum böyle. Cumhuriyetin kurulması ile şekillenen siyasî otorite eğitimi yeni bir insan ve yeni bir toplum yaratma aracı olarak gördü ve mutlak devlet kontrolü altına aldı. Bu ülkede, hâlâ, üniversite eğitimine de sirayet etmiş şekilde, eğitimin amacı bireyleri devletin ideolojik tercihine uydurmaktır. Geçenlerde bir arkadaşım sosyal medyada bir ilkokul ziyaretinde bir sınıfta duvarlara asılmış tam 50 tane Atatürk resmi ve sözü gördüğünü yazmıştı. Benzer örneklere hepimiz şahidizdir. İşte bu, memleketimizde eğitimin amacının ne olduğunu gösteriyor. Bu anlayış, elbette, eğitimde bireyselliği ve çeşitliliği öldürüyor, seçme özgürlüğünü ortadan kaldırıyor
12 yılını aşan Ak Parti iktidarı bu durumu değiştir(ebil)di mi? Hayır. Esasen AK Parti çevrelerinin merkeziyetçi ve zorunlu eğitim modelinden şikâyetçi olduğunu pek duymadım, görmedim. Şikâyetleri daha ziyade hangi “doğru”nun öğretileceği hakkında oldu. Kemalist eğitim sisteminin içeriğinin dindar kitlelerin taleplerine cevap vermemesi durumunu değiştirmek isteyen Ak Parti iktidarları modelin özüne fazla dokunmadan, toplumsal tabanı da olan bazı talepleri Kur’an ve Siyer dersleri biçiminde müfredata ekledi. Ama bu eğitimin devletçiliğini ve ideolojik rengini değiştirmedi. Devlet hâlâ eğitimde tekel ve okullar hâlâ dindar veya dindar olmayan altı okçu nesiller yetiştirmek için çabalamakta.
Eğitimle ilgili son tartışma Milli Eğitim Şurası’nda benimsenen Osmanlıca’nın ders olarak okutulması tavsiyesi etrafında yapılmakta. Osmanlıca ayrı bir dil olmaktan ziyade bir dönemin Türkçesi. Bana göre bir suç teşkil eden harf inkılabı ile tasfiyesine başlanmış. Harf değişikliğinden daha kötüsü, sadeleştirme adı verilen bir tasfiye hareketiyle Türkçe anormal bir dönüşüme uğratılmış. Bunların hepsini kamu otoritesi yapmış. Alfabe değişikliği ve dilin budanması o zamana kadarki entelektüel ve edebî birikimi de yararlanılamaz hâle sokmuş. Bunun bir kültür cinayeti olduğu açık. Osmanlı’dan kalma evrakları da bilgi kaynaklarını da zamanımıza aktaran çalışmalara ihtiyaç var. Bu yüzden Osmanlıca bilenlerin sayısının artması lâzım. Bu amaca matuf olarak bazı okullara mecburî veya seçmeli olarak Osmanlıca derslerinin konması uygun. Ama Osmanlıca’nın Türkçe gibi yaygın biçimde mecburî kılınması anlamsız, zira Osmanlıca yaşayan bir dil değil. Eğitimde dil üzerinden bir hamle yapacaksak, asıl Kürtçe’yi göz önüne almalıyız…
Buna karşılık, Osmanlıca’nın ders olmasına karşı çıkanların bunu Osmanlı’ya toptan düşmanlığa varan biçimde veya Osmanlıca konusunda talepleri olanları aşağılayarak yapması yanlış ve yakışıksız. Netice itibarıyla bu istikamette bir talep varsa sistemin buna cevap vermesinden daha doğal bir şey olamaz. Ayrıca, bu talebe karşı çıkanların eğitimde çok daha büyük ve on yıllardır sürmekte olan dayatmalara da karşı çıkmaları gerekir. Aksi takdirde, totaliter Kemalist eğitim modeli adına ve hesabına Osmanlıca eğitimine karşı çıkmış olurlar.
Ne yazık ki, Osmanlıca etrafındaki tartışama bir kere daha bu ülkede tartışmanın ne olduğunun bilinmediğini ve usulüne uygun tartışma yapılamadığını gösterdi. Her zaman olduğu gibi meselenin dışına çıkan ve toptancılık kokan söylemlere başvuruldu. Bu çerçevede, Cumhurbaşkanı’nın “ne yaparsanız yapın…” şeklindeki sözlerinin de, abartılı ve haksız tepkilere cevap vermek için sarf edilmesine rağmen, isabetli ve yararlı bir tarz olmadığını düşünüyorum. Önemli bir kamu otoritesinin, söylediği doğru bile olsa, bunu daha iyi bir üslupla ifade etmesi çok daha yerinde ve yararlı olurdu.
11.12.2014, Yeni Şafak