Norveç’te “Slow Tv” isminde bir kanal, iki şehir arasındaki tren yolculuğunu dokuz saatlik bir canlı yayınla ekrana taşıdı, yayın sadece trenin önüne bağlanmış bir kameradan ibaretti ve program izlenme rekorları kırdı. Bu ilginç olayı bir “kültür sanat” yazısında kullanmak üzere not almıştım. Fakat biz “15 Temmuz” diye bir şey yaşadık, böyle havadan sudan mevzulara kafa yormaktan haya eder oldum.
Zira, o gece Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve TBMM savaş uçaklarıyla 10 saati aşkın bombardıman altında kaldı, bir kısmı yerle bir edildi, 9 defa bombalandı, hem de içinde vekiller varken. Devletin güvenlik birimleri bombalandı, Özel Harekat birimi bombalanarak 40’tan fazla güvenlik görevlisi şehit edildi. Bir gecede 240 sivil ağır silahlarla taranarak, tanklarla ezilerek öldürüldü, binlerce insan yaralandı.
Sıradan bir subay Başbakan’ın emrine rest çekti, özel eğitilmiş 40 kişilik bir tim Cumhurbaşkanı’nı ailesiyle birlikte katletmek için kaldığı otele saldırdı. Devlet bir gecede çöktü, bir grup hainin işgaline uğradı, kamu düzeni felç oldu. O gecenin sabahında aslında bir devletimiz olmadığını, mübaşirinden generaline kadar, her kademesinin bir haşhaşi örgüt tarafından ele geçirilmiş olduğunu gördük. Ele geçirilemeyen birimler de o gece zaten bombalarla, tanklarla yok edilmeye çalışıldı.
Fransa’da birkaç terör saldırısı düzenlendi, 2 yıldır olağanüstü hal devam ediyor, Brüksel’de havaalanında bir bomba saldırısı oldu, otel lobileri dahi ağır silahlı askerlerle bekleniyor. Olağanüstü hal dediysek, bizdeki gibi hayatın normal devam ettiği bir durum değil, bildiğin olağanüstü hal. 15 Temmuz’da yaşananın onda biri yaşanmadığı halde bu ülkeler hayatı durdurma noktasına getirdi.
Referandum öncesinde yaşanan tartışmalara bakınca sanki 15 Temmuz’u yaşamış bir Türkiye’de değil de, Fransa ve Belçika’daki saldırıların dahi yaşanmadığı Norveç’te tartışıyor gibi “cool” tartışıyoruz, kaygılarımız sıradan bir Norveç vatandaşından hallice.
15 Temmuz’u televizyon başından izleyip twitter’dan darbeye direnenler anlamasa da o gece sokakta olanlar birkaç saat içinde öldürülecek olmanın nasıl bir duygu olduğunu gördü.
“Gelsinler, gelecekleri varsa görecekleri de var!” restini de affetmiyorum, zira 15 Temmuz öncesinde bazıları “gelecekler ve çok kötü olacak” derken, bazıları da “yok canım, o kadar da değil” diyordu; nitekim geldiler, biz sokaktaydık ama nereden kaynaklandığını hâlâ anlayamadığım bir özgüven ve rahatlıkla bizi teskin edenleri göremedik geldiklerinde.
Bu mücadelenin başı ve simgesi olan Recep Tayyip Erdoğan, eğer başaramazsa tüm ailesi dahil ağır silahlarla katledileceğini biliyor, o yüzden can havliyle mücadele ediyor. Şahsen, ben hayatımın Erdoğan’ın hayatına bağlı olduğunu o gece gördüm, iliklerime kadar hissettim, bu ülkenin sıradan vatandaşları olarak aksini düşünenler fena halde yanılıyorlar. Ben biliyorum ki, eğer başarısız olursak hepimizi öldürmekten çekinmeyecekler. Nitekim bazı Fetullahçılar 15 Temmuz şokunu atlattı “istesek 200 bin kişiyi öldürür yine yapardık” demeye başladılar, işe bakın, hayatımızı bağışlamış alçaklar, onların “merhametiyle” yaşıyoruz yani. Darbe sonrası ilk ifadelerini toptan reddedip ukala ukala ifadeler vermeye başladılar, herhangi bir pişmanlık veya ümitsizlik söz konusu değil. Bu alçaklara bu rahatlığı maalesef 15 Temmuz sonrasında ülke gündemini Norveç rahatlığında yorumlayanlar sağlıyor ve tarihî bir günah işliyorlar.
Hasılı kelam, o gece can havliyle dışarı çıkanlar ve can korkusunun ne demek olduğunu anlayanlar işi şansa bırakamayacağını çok iyi biliyor. Başarısızlığın hayatımıza mâlolacağının farkında olduğumuz için de bu rahatlığı anlayamıyorum ve kendi adıma vicdanımda mahkûm ediyorum.
15 Temmuz’u bu kadar çabuk unutmuş olmanın çok pahalıya patlayacağını biliyorum ve açıkçası korkuyorum.