2002’den beri Ak Parti’den korkan, Ak Parti’nin gizli bir ajandası olduğunu düşünen, paranoya derecesinde düşmanlık besleyen çevrelerin mevcudiyeti malum, ancak geçen süreçte zaman zaman Ak Parti ile yolu kesişmiş ya da hala umudunu kesmemiş çevrelerde de ciddi bir endişe hâkim. Bu endişenin kaynağını doğru teşhis etmek gerekiyor. Etrafımızda olan biten her şeyi siyah-beyaz ya da dost-düşman ikileminde görmek, değerlendirmek ve üst akıla havale etmek önümüzdeki endişeleri gidermekten çok artırıyor.
Geldiğimiz aşamada başkanlık ya da güçlendirilmiş cumhurbaşkanlık tekliflerinin adı dışında hala içerik hakkında fazla bir bilgimiz yok. Geçen hafta başkanlık sistemi bir paradigma değişikliği yapacak mı yoksa mevcut anlayışı başka bir boyuta mı taşıyacak diye sormuştuk. Buradan devam edersek güçler ayrılığı ilkesi nasıl işleyecek, cumhurbaşkanı-başkan nasıl denetlenecek, temel hak ve özgürlükler, siyasi ve sosyal haklar vb. konularda neler vaat ediliyor henüz belli değil.
Türkiye’nin geçmişte kötü koalisyonlardan ve bürokratik vesayetten çektiklerini hepimiz biliyoruz ancak bu değişiklikler ile hedeflenen ile ortaya çıkacak gerçeklik arasında bir orantısızlık olur ve tepe bürokrasi dışında her alana uzayabilecek bir gücün başkana ve partisine bahşedilmesinin maliyetleri de gözden ırak tutulmamalıdır. Bu nedenle başkanlık sistemi tartışmalarının karından konuşulması Ak Parti’yi de daraltan bir mevzu halini almış durumda ve farkında olmadan Ak Parti’yi halkın sorunlarına dair çözüm yolları arayan ve siyaset üreten bir araç olmaktan çıkarmaktadır.
Uzun zamandır ‘başkanlık gelirse sorunlar biter’in ötesinde anlamlı bir açıklama gelmiyor. Mesela eğitim sorunları ile başkanlığın ilişkisi nedir? Başkanlık gelirse terör nasıl bitecek? Türkiye orta gelir darboğazından birden bire üst gelir konforuna mı ulaşacak? Daha doğrusu bu vb. sorunların çözümünde başkanlık sisteminin neyi değiştireceği, parlamenter sistemin ise neyi engellediği açıkça ortaya konulmuş değil.
Varsa yoksa kararların hızlı alınmasından bahsediyoruz. Tamam da kararların hızlı alınması ya da alınabilmesi alınan kararların yüzde yüz doğru ve isabetli olacağı anlamına gelmiyor ki? Sistemin işleyişini doğru kuramaz, sınırlarını net belirleyemez, kurumlar arasındaki işleyişi doğru oturtamazsak, ilkeleri net ve herkesin anlayacağı açıklıkta koyamazsak, bazı konuları keyfilikten çıkaramazsak yarın oluşacak düzenin bugünkünden daha iyi olacağını nasıl iddia edebiliriz ki?
Başkanlık yokken bile bu ülkede geçmişte dindarından ateistine, solcusundan sağcısına vatandaşların bazı makam ve mevkilere gelmelerinin nasıl engellendiği; iç güvenlik ve adalet mekanizmasının nasıl keyfi işletildiği bilinirken; insanların olabilecekler konusunda endişe etmeleri gayet normaldir. Ve bu sorular ciddi cevapları hak etmektedir.
Geçen onca yıla rağmen Ak Parti’nin hala tam anlamı ile bir partiye evrilemediği ortada iken yapılmak istenen değişimin bir kişi içinmiş gibi algılanmasına çok da şaşırmamak gerek. Merkez sağ Özal’dan beri başkanlık istiyor ama yine Özal’dan beri ideolojisi ile tekâmül etmiş bir merkez sağ parti maalesef yok. Ak Parti bu boşluğu hala doldurmaya aday ama doldurabileceği de şüpheli. Neden? Çünkü Ak Parti uzun bir süreden beri siyaset üretme merkezi olmaktan çıkmış görünüyor. Parti kurucu liderine yardım etmek yerine kurucu liderinin sırtına binmeyi tercih ediyor. Son yasa tartışmaları sırasındaki üslup bile bunu doğrular gözüküyor. Ve bilerek-bilmeyerek partinin bu pasif tavrı içeride ve dışarıda Cumhurbaşkanı’na ve partisine yöneltilen otoriterleşme suçlamalarına zemin hazırlıyor.
Ak Parti kendi içinde siyaset üretemediği gibi muhalefet de üretmekten mahrum ve Cumhurbaşkanı’nı takipten başka iş yap(a)mıyor. AB’ye sırt dönmekten bahsedildiği bugünlerde AB’yi geçme iddiasından hiç bahsedilmemesi ise bir başka rahatsız edici konu.
Bu durumda endişelenmek doğal değil mi?