Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatmasına şaşırmadım. Dahası, çoğu “liberal” dostumun aksine, bunu “açılıma sabotaj” ve “barışa saldırı” sayıp lanetlemedim.
Aslında ben de DTP’nin açık kalmasını umuyor, çünkü bunun “siyaseten” daha iyi olacağını düşünüyordum. Ama Anayasa Mahkemesi’ni “niçin siyaseten zararlı bir karar verdiniz” diye eleştiremeyiz.
Hukuki yönden de, DTP’nin kapatılmasını basit bir “siyaset yasaklama” örneği sayamayız. Bu açıdan, bu dava geçen sene AK Parti’ye açılan kapatma davasına hiç benzemiyor. O, apaçık bir “yargısal darbe girişimi” idi, çünkü AK Parti sadece fikirleri ve yasal icraatları nedeniyle yok edilmek istenmişti.
DTP’nin kapatılma sebebinin ise “Kürtlere özgürlük” talebi değil, “teröre destek” olduğu anlaşılıyor. Aynı Anayasa Mahkemesi’nin yine “Kürtlere özgürlük” isteyen, fakat terörü reddeden Hak ve Özgürlükler Partisi’ni açık tuttuğunu da “unutmayalım.
Ha, “teröre destek” parti kapatma sebebi midir? Benim idealime göre değilse de, Avrupa hukukuna göre öyle. İspanya’daki ETA terörüne destek veren Herri Batasuna partisinin kapatılmasını referans gösterenler, haksız değil.
***
Geçen haftanın iki kritik olayından biri DTP’nin bitişi ise, diğeri de yedi merhum askerimizi vuran Reşadiye saldırısını PKK’nın üstlenişi idi. Oysa saldırıyı izleyen üç gün boyunca bu işten “ derin devlet”in sorumlu olduğunu iddia veya ima eden yorumlar duymuştuk.
Bence bu yanılgıdan bir ders çıkarmak lazım. En çok da kendilerine “liberal” denen bazı yorumcular açısından.
Liberal kelimesini tırnak içinde kullandım, çünkü ben de kendini siyaseten liberal sayan bir insanım, fakat bu kavramın Türkiye’de anlam kaymasına uğradığını düşünüyorum. Öyle ki, bugün otoriter devlete karşı çıkan, derin devletin, Ergenekon’un üstüne giden herkese, aslında solcu olsalar dahi, “ liberal” denir oldu.
Bu “liberal” kesim, otoriter devlete haklı olarak tepki gösterirken, başta PKK olmak üzere bu devlete karşı çıkan otoriter (ve dahası eli kanlı) güçlere yeterince tepki göstermeyen bir “tek taraflı söylem” geliştirdi. Dahası, Türkiye’deki tüm kötülüklerin otoriter devlet tarafından organize edildiği yönünde bir “büyük komplo teorisi” üretti. Her olaya bu şablon üzerinden bakıyor, en azından öyle refleks veriyorlar.
Onun için de, mesela, İzmir sokaklarında boy gösteren (ve benim de kınadığım) “Türk faşizmi”ni lanetlerken, İmralı’yı “Kâbe” edinip Diyarbakır sokaklarında boy gösteren “Kürt faşizmi”ni nedense o kadar görmüyorlar.
***
Bu “liberal ezber”e düşmeyen hakiki bir liberal olduğunu düşündüğüm Gülay Göktürk, dünkü köşesinde DTP’nin kapatılmasına dair gördüğüm en isabetli yorumlardan birini yapmıştı. Bunun illa açılımın sonu anlamına gelmediğini, eğer Kürtler meseleyi doğru anlarsa iyi bir dönemin başlayabileceğini savunarak şöyle diyordu:
“Kürtler DTP’nin ipini çekenin devlet değil PKK olduğunu gördüyse; her zamankinin tersine devletin bu defa bu kanalı kapatmamak için oldukça sabırlı davrandığını, kararı ertelediğini ama mecbur kaldığını; buna karşılık demokratik açılımdan paniğe kapılan PKK’nın açılımı engellemek amacıyla harekete geçtiğini ve DTP’yi kapattırmak için elinden geleni ardına koymadığını kendi gözüyle gördüyse, o zaman farklı bir bilinç doğar bu olaydan… Geniş kitleler özledikleri barışa ulaşmak için PKK engelinin kalkması gerektiği gerçeğiyle yüz yüze gelir .”
Evet, bugün en büyük mesele, Kürt kamuoyunun, fanatik PKK’yı ve onun narsist liderini aşıp aşamayacağıdır.
Unutmayalım ki, Türk tarafındaki faşizm, iktidarda değil, muhalefettedir. Kritik soru, Kürt tarafındaki faşizmin de iktidardan inip inmeyeceğidir.
Star, 14.12.2009