Kişisel ve toplumsal olarak yaşanan olaylar gibi küresel olarak yaşanan olaylar da insanların düşünce faaliyetlerini teşvik ediyor. Bugünlerde buna bir kere daha şahit olmaktayız. Çoğu basit spekülasyonlardan ibaret olsa da cüretkâr iddialar ortaya atılıyor. Bunlardan biri, küreselleşmenin bittiği veya biteceği.
Küreselleşme gerçekten bitiyor mu?
Bu soruya cevap bulmaya çalışmadan önce, küreselleşmenin ne olduğu ve ne olmadığı üzerinde duralım. Bunu iki yolla yapalım. İlki tanım üzerinden, ikincisi, küreselleşmenin hayatımıza kattığı somut şeyler üzerinden olsun.
Küreselleşme dünya üzerinde yaşayan insanların, insan toplumlarının siyasî sınırları aşan bir karşılıklı iletişim, etkileşim ve iş birliği içine girmesi sürecidir. Adı üstünde küreselleşme bir vetiredir. Devamlı bir oluş ve akış hâlidir. Yoğunluğu artabilir veya azalabilir, ama sıfıra inecek şekilde bitmez. Bu, tanım ve küreselleşmenin özellikleriyle ilgili birkaç tespit. Küreselleşmenin hayatımıza kattığı şeyler ise fen bilimlerinin, sosyal bilimlerin dünyaya yayılan temel bilgileri yanında günlük hayatımızda kullandığımız tüm teknolojiyi, iletişim ve ulaşım araçlarını, software ve hardwareleriyle bilgisayarları, yazılımlarıyla birlikte telefon bilgisayar karışımı olan akıllı telefonları ve neredeyse bu çizgide aklımıza gelen her şeyi kapsar.
Küreselleşme bazen bir dönemin veya son yılların olgusu sanılıyor, ama öyle değil. Tarihte 1870’erde başlayan ve ilk büyük dünya savaşına kadar süren birinci ve sosyalist blokun çökmesinden sonra hızlanan ikinci büyük küreselleşme dalgalarından bahsedilmekle beraber küreselleşme beşerî hayatın doğal bir olgusu. İnsanı hayvanlardan ayıran özelliklerden biri. İnsanlar çok çok uzun zaman önce küçük küme toplumlarında, daha devletler ve siyasî sınırlar (hatta bunlara dair en küçük bir işaret) ortada yok iken bile, başka topluluklarla irtibat kurma ve karşılıklı etkileşime girme eğilimi içinde oldu. Başarılı insanlar diğer insanlar ve başarılı toplumlar diğer toplumlar tarafından takip ve taklit edildi. Nüfus arttıkça ve ulaşım ve etkileşim araçları ve imkânları çoğaldıkça toplumlar arasındaki ilişki de arttı. İnsan toplumları bu etkileşimlerden fayda sağlamasalardı, diğer toplumlardan izole, onlarla bir temas kurmadan yaşama yolları ararlardı. Tam tersi vuku buldu. Geçmişte böyle olduğu gibi gelecekte de böyle olacağını düşünmemek için bir sebep yok.
Peki, öyleyse küreselleşme karşıtlarının bu iddiaları, düşünceleri ortaya atmaya iten sebepler neler? Genel olarak söylersek siyaset. Devletlerin doğup gelişmesi ve siyasî sınırların kesinleşmesi, insanlık camiasının daima bu kadar katı siyasî sınırlar ve kimliklere parçalandığı ve gelecekte de böyle olacağı kanaatini yaratıyor. Bu yüzden, her toplum kendisinin eşsiz görüyor ve kendi menfaatlerini başka toplumlar pahasına sağlamanın gerekli ve meşru olduğunu düşünüyor. Buna siyasette entegral milliyetçilik, iktisatta merkantilizm diyebiliriz. Oysa toplumlar başka toplumlardan şu veya bu ölçüde farklı olduğu gibi toplumların kendileri de birbirlerinden şu veya bu derecede farklı kesimlerden oluşabilir. Dışarıdan her bakımdan bir bütünmüş gibi görünen büyük insan kitleleri, kendi içlerinde büyük bir çeşitlilik sergileyebilir. Bu çeşitliliğin öznesi tekil bireye kadar indirilebilir.
Küreselleşme karşıtı düşünce dalgasının ikici siyasî ayağı, büyük bir gücün, ülkenin, dünyayı küreselleştirmeye kalkmasıdır. Bu durumda küreselleşme o gücün dünyaya egemen olma ve kendi tercih ve kararlarını dayatma çabası olarak görülür. Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra yaşanan sanki buydu. Dünyanın en büyük ekonomik ve askerî gücü ABD dünyaya kendi istediği şekli vermek için her yolu ve yöntemi denemeye başladı. Bu da küreselleşmeye karşı haksız sayılmayacak bir alerji yarattı.
Küreselleşme özünde insanlar arasındaki fikrî, ticarî, ekonomik işbirliğine dayanır. Bunun yapıldığı alan ne kadar genişse insanlar bundan o ölçüde kazançlı çıkar. Bunu iki ülke arasındaki ilişki üzerinden değil aynı ülkedeki iki şehir üzerinden de okuyabiliriz. Kayseri ile Konya’nın birbirine kapalı olmak yerine ilişki içinde olması her iki şehrin de yararına olur. Aynı durum ülkeler için de geçerli. D. Ricardo bunu mukayeseli üstünlük teorisi ile ispatladı. Küreselleşme sıfırlanırsa, temel beşerî birim bir ülke halkı ise o halkın, bir şehir halkı ise o şehir halkının, her fikri kendisinin geliştirmesi, her icadı kendisinin yapması gerekir. Böyle bir dünya tahayyül edebileceğimizden daha ilkel ve fakir olur.
Küreselleşmenin yarattığı riskler yok mu? Elbette var. Meselâ, mahallî kültürlerin küreselleşme tarafından tehdit edilmesinden korkuluyor. Bu bir ölçüde doğru. Ama tersi de oluyor. Küreselleşme mahallî kültürlere ilgiyi de artırabiliyor ve onlara ticarî bir potansiyel sağlayarak yaşamalarını kolaylaştırıyor. Yani etkileşim tek taraflı değil. Diğer taraftan koronavirüsün dünya ulaşım bakımından bu kadar küreselleşmemiş olsaydı bu kadar hızlı yayılmayacak olduğu da doğru. Gelgelelim, bu afetten daha erken haberdar olarak zaman kazanmamızı sağlayan da küreselleşme. Ayrıca, son fakat en önemsiz olmayacak şekilde, kronavirüsle mücadele küresel bir işbirliğini gerektirmekte. Bir yerde –inşallah- bulunacak olan aşı ve ilaç küreselleşme sayesinde dünyada ihtiyaç olan yerlere ulaştırılacak.
Küreselleşme temel insanî gerçekliklerden biri. Yoğunluğu değişebilir ama hiç bir zaman bitmez. Bu yüzden, kimse boşuna üzülmesin veya sevinmesin derim.