Bugün 19 Mayıs. Mustafa Kemal’in “Büyük Nutuk”unda Türkiye’nin kuruluş tarihini 1919’da Samsun’a çıkışıyla başlatması sebebiyle önem kazanan bu tarih, bildiğiniz gibi aynı zamanda kendisinin doğum günü olarak tasdik ederek Türk gençliğine ‘armağan’ ettiği gün olarak da kutlanıyor.
Bu ‘armağan’ size ne ifade ediyor bilmem ama benim aklıma daha çok liderlerinin doğum günlerinde “devrimin bekçisi” olarak görülen ülke gençliğini stadyumlara toplayıp toplu geçiş yaptıran II. Dünya Savaşı öncesindeki Rusya, İtalya, Almanya, Japonya gibi totaliter ülkeler geliyor. Tabii günümüzde bu ülkelerin hiçbirinde benzer kutlamalar yapılmıyor. Gerçi hakkını yemeyeyim, bildiğim kadarıyla bir de Kuzey Kore’nin lideri Kim Jong-Il’in doğumgünü benzer biçimde kutlanıyor. Kuzey Kore’deki siyasal rejimi araştıranlar benzerliğin sebebini de anlarlar zaten.
Demokrasilerin en temel özelliği belli bir kişiyi ya da kişileri değil, belli değerleri merkeze almalarıdır. Bu değerler sekülerizmden serbest piyasaya kadar geniş bir çerçeveye tekabül edebilir ama kişi fetişleştirmesi onların arasında yer almaz. Bu yüzden dokunulmazlık zırhıyla donatılan tarihî bir kişiliğin siyasal meşruiyet kazanmanın aslî şartı olarak dikte edildiği hiçbir sisteme demokratik denmez.
Demokratikleştiğini iddia ettiğimiz güzide ülkemin ceza kanununda hâlen Atatürk’ün “manevi hatırası”na yahut “manevi şahsiyeti”ne karşı işlenen suçlar bir ile üç sene arasında değişen bir cezaya tâbi tutulabiliyor. Atatürk fetişizminin bir veçhesi olan heykel bolluğu üzerinden Kemalizmi eleştiren Atilla Yayla gibi bir entelektüelden kitabındaki Atatürk resmine emzik ve palyaço şapkası çizen bir lise öğrencisine kadar herkes cezalandırılabiliyor. Okul bahçesindeki Atatük heykelini yıktığından sahiplerine korkulu günler yaşatan ve göç ettirilen Gülsüm ineğin kara mizah tadındaki hikâyesiyse sanırım hâlâ hafızalarımızda tazeliğini koruyordur. Bu misallerden bariz olarak görüleceği üzere, Atatürk’te tecessüm ettirilen ulusal ata/baba figürü, Türkiye’de siyasal olanın etrafında husule geldiği bir merkez olarak ağırlığını koruyor ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engellerden biri olarak hâlâ karşımızda duruyor. Çoğu kişiyse “Kral çıplak!” demeye çekindiğinden bu mevzuu ağzına almaya bile çekiniyor.
Her otoriter rejimde olduğu gibi Türkiye’de de gençliğe “devrimin bekçileri” olmaları yönünde ideolojik bir rol verildi. Bu rol, uzunca bir süre statüko sahipleri iktidarda olduğundan figüranlıktan öteye geçmiyordu. Ancak Menderes’in halk desteğini arkasına alarak elde ettiği güç, statüko sahiplerini tehdit eder hale geldiğinde gençliğe baş rol verildi ve meydanlara döküldüler. “Ordu Gençlik El Ele” pankartları altında yürüdüler ve yakında 50. yılını idrak edeceğimiz 27 Mayıs darbesine giden yolu döşediler. Darbe sonrasındaysa sahne arkasındaki bekçilik görevlerine geri çekildiler.
Ancak nedense o dönem sokağa dökülen gençlik “Atatürk Gençliği” olarak gazetelerde yere göğe sığdırılamazken aradan birkaç yıl geçmesine rağmen yine doğru bildiklerini savunmak için sokağa dökülen gençlik “anarşizm”e yol açmakla suçlanıp dışlanacaktı. Anlayacağınız statükonun verdiği sufleleri aynen tekrar etmeyen bir gençliğin pek de kıymeti yoktu.
Bu anlamda “rejimin bekçiliği” söylemi aslında gençliği sadece ihtiyaç duyulduğunda manipüle edilip kullanılacak “insan kaynakları” olarak gören bir anlayıştan öteye gitmez. Ne hikmetse gençlerimizin pek çoğu da “Yahu bekçi olmak iyi güzel de binanın içinde ne oluyor, bilmek hakkım değil mi” diye sormayı aklına getirmez. Öyle ya haddini bilir bizim gençliğimiz; büyüklerini sayar, küçüklerini sever, varlığını da armağan eder.
“İdman Bayramı” olarak başlayıp 12 Eylül darbesiyle “Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı” olmaya kadar terfi eden bu kutlu günde Can Yücel’in aşağıdaki dizeleri de bekçi kulübesinde takılmaya kararlı gençlerimize benden armağan olsun:
Bugün Ondokuz Mayıs,
Mayısın ondokuzu!
Sen ey Türk ülkemizin geleceği,
Ulusumuzun gözbebeği,
Sen ey demirparmaklıklarda barfiks yapan,
Ranzalarda parende atan
Sportmen ve kahraman Türk gençliği,
Önünde senin bütün Kilit-bahirler açık,
Ama her zaman Samsun’a çıkılmaz ya,
Bu sabah da avluda volta atmaya çık!
Taraf, 19.05.2010