Esas Gündem: Özgürlük Ve Refah

Türkiye’nin siyasi gündeminin hiç değişmeyen iki ana başlığı var: özgürleşmek ve refaha kavuşmak. Aslına bakılırsa, her toplum için geçerli olması anlamında, bu evrensel bir gündem. Bütün toplumlar hem daha özgür hem de daha müreffeh hale gelmek isterler.

İl bakışta bu iki hedefi aynı anda gerçekleştirmek çok zormuş gibi görünüyor. Hatta bir zamanlar sosyal-siyasal teoride kalkınma ve refahın ancak özgürlük pahasına gerçekleştirilebileceğini savunanlar vardı.

Ama gerçek hiç de öyle değil. Doğrusu şu ki, hür ve müreffeh toplum ideali aslında aynı gerçeğin iki farklı yüzünü ifade ediyor. Her iki amacın da anahtarı tek: Refaha kavuşmanın yolu özgürlükten geçiyor. Batı dünyasının liberal-demokratik rejimleri bu teorik öngörüyü büyük ölçüde gerçekleştirmiş bulunuyorlar.

Demek ki, Türkiye toplumu olarak bizim de refahımızı artırmamız için önce özgürleşmemiz gerekiyor. Bu da özgürlüğün hukuki ve siyasi çerçevesinin tesis edilmesini şart koşuyor. Ne var ki, böyle bir çerçevenin gerçekten işe yaraması için en önce toplumsal barışı sağlamak zorundayız. Bu nedenle, Kürt sorununu barışçı bir çözüme kavuşturmadan Türkiye özgürlük yönünde kalıcı adımlar atamaz. Bugün önümüzdeki en acil mesele budur.

Özgürlüğün “hukuki ve siyasi çerçevesi”ni tesis etmek meselesine dönersek, bunun da ilk şartı 1982 Anayasası’nın dayandığı siyasi felsefeyi kategorik olarak reddeden yepyeni bir anayasa yapmak ve temel mevzuatımızı da ona göre değiştirmektir. Bunun, hem yapılma tarzı hem de normatif içeriği bakımından “sivil-demokratik” bir anayasa olması gerektiğini ise sanırım söylemeye bile gerek yok. Tabii, bu adımın, “açık toplum” olma çabasıyla paralel girmesi gerekiyor. Türkiye gitgide daha fazla küresel toplumla entegre olmalı, “sivil toplum”un ölçeğini küresel boyutlara taşımalıdır. Kapalı toplumlarda özgürlük uzun süre korunamaz.

Bu arada, Avrupa Birliği’ne günün birinde tam üye olacağımız kesin olmasa da, bu yolda kararlılıkla ilerlememizin de Türkiye’nin özgürleşme davasına hizmet edeceği açıktır. Avrupa Birliği’ne üyelik aynı zamanda toplumumuzun refahının artmasına da katkı yapacaktır. Zenginlik ve refahın anahtarı “serbest ticaret”te, iktisadi sınırların kaldırılmasındadır. Onun içindir ki iktisadi olarak dışa açılmayı sadece Avrupa’ya doğru değil her yönde gerçekleştirmeliyiz. Kısaca, Türkiye iktisadi anlamda da tam bir “açık toplum” olmalıdır.

Özgür toplum müreffeh toplumun da anahtarıdır dedim ki hakikaten öyledir. Ancak sivil özgürlüklerle desteklenen bir serbest piyasa ekonomisi refah üretebilir ve hatta yaygınlaştırabilir. İnsanlığın özellikle yakın dönem tecrübesi göstermiştir ki, devletin toplumun patronu ve “velinimeti” olduğu yerde ne özgürlük yeşerebilir ne de zenginlik ve refah üretilebilir.

Tabii bütün bunları “kendi kendine yeterlik” sahte idealinin cazibesine kapılarak başaramazsınız. Özgürlük ve refahın şifresi kendi içine kapalı bir toplum olmakta değil; tam tersine, çevresine ve dünyaya açık, başkalarıyla temasa geçmekten korkmayan, kendine güvenen bir toplum olmaktadır. Bu da, en başta, milliyetçi popülizme zinhar teslim olmamayı gerektiriyor.

Peki, “Bugün Türkiye böyle bir yola girmiş midir?” diye soracak olursanız, buna vereceğim cevap “kısmen evet” şeklinde olur. Daha fazlası için, demokratik temsilcilerimizi ve hükümeti bu yolda daha fazla aktif olmaya zorlamamız gerekiyor.

Taka Gazetesi, 18.05.2010

 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et