4+4+4 tartışmasının arkasında ne var?

 

 

Geçen gün eğitim konusunu ve sorunlarını konuşmak için katıldığım bir TV programında ‘konumuz eğitim ama yine politika konuşacağız’ demiştim. Öylede oldu. Çünkü okul yalnızca “okul” değildi. Bilinenin aksine okulu pedagoji değil politika kurar ve yönetir. Amaç, hedef ve kapsamı bir politikaya bağlı olarak kurgulanır. Mevcut eğitim sistemimizin politik kurgusu bugün toplumun çeşitli kesimleri tarafından sorgulanıp eleştirilmektedir, haklı olarak. Ulus devletler kurulum sürecinde okullara politik yönlendirme ve denetleme rolü yükledi.

Ülkemizde okulların politik yönelimi Laik, batıcı, Kemalist ideoloji ekseninde yapıldı. Kemalist ideoloji yapısı gereği içe kapalı, dayatmacı, tek tipçi, kullandığı dil olarak da; kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan dışlayıcı, ayrıştırıcı ve mahkûm edicidir. Kemalizm’in iddiası okul aracını kullanarak“Kemalist toplumu” üretmekti. Okulların bu amaca hizmet edebilir olup olmadığını ise hiç sorgulamadılar. Kemalistlere göre bugün “Kemalizm’e, Türklüğe” düşman bir iktidar ülkeyi yönetmektedir. İtham edilen iktidar ülkenin yüzde ellisini arkasına alarak iktidarda on yıldır oturmaktadır. Eğer okul ideoloji aşılama ve istenilen amaçla politik toplum oluşturma yönünde bir işleve sahip olabilseydi bu okullarda eğitim almış yüzde ellinin, okulun ideoloji politiğine aykırı bir tercihte bulunmamaları gerekirdi. Yine okulun ideoloji politiği Kürtlere okullarda seksen yıldır Türk olduklarını öğretiledi. Ancak bugün Kürtler daha bir yüksek sesle “Türk değil Kürt” olduklarını dile getiriyorlar.

Marx okulların ideoloji aşılamaya uygun araçlar olmadığını söylüyor ve taraftarlarına ideoloji aşılamak için okulları değil sendikaları, sivil toplum örgütlerini kullanmalarını öneriyordu. Bu bizimde katıldığımız doğru bir tespittir. İnsanlar sanıldığı gibi yalnızca okullarda kültürlenmezler. Aile, çevre, mahalle, ait olduğu cemaat, sivil toplum örgütleri gibi pek çok ve duygusal, düşünsel bağlılık açısından okuldan çok daha güçlü, bireyle ilişki kuran organlar tarafından kültürlenirler. Hele ki okulun ideoloji politiğinin benimsediği kültürel değerler bireyin ait olduğu aile, cemaat, topluluk, mahalle değerleriyleçatışıyorsa bu çatışmada kaybeden okul olacaktır. Ziya Gökalp’te okulun ve kültürün devletten özerkleştirilmesi gerektiğini savunmuştur.

Zorunlu Eğitim Sorunu

Okulun zorunlu olması devletin yurttaşlarına gösterdiği iyi niyetten değil, yurttaşlarını kontrol altında tutmak hem ihtiyaç duyduğu politik toplumunu üretmek hem de toplumsal ve cari ekonomik sistem içinde rollerini paylaştırmak amacını gütmektedir. Zorunlu eğitim karşıtları William Godwin’den, Ivan İllich’e kadar okulların hakim bir elit sınıfın çıkarları adına halkın ahlak ve toplumsal inançlarının şekillendirilmesinde kullanılan bir araç oldukları tezini savunmuşlardır. Sanayi toplumunun bir ürünü olan modern anlam ve yapılanmasıyla okulun yüz elli yıllık bir tarihi vardır. Joel Spring; “ Kitlesel okul eğitiminin amacı, vatandaşı ve işçiyi modern sanayi devleti için yetiştirmekti.” tanımlamasını yapar.

Her ne kadar okulların “fikri hür, vicdanı her nesiller” yetiştirmesi iddiası cazip bir şekilde iddia edilse de aslında okullar “bilinçli bireyler” yetiştirmeyi değil, belirli bir “bilinçte nesiller”yetiştirmeyi hedef alırlar. Okullar; bireylere değerlerine, kişisel çıkarlarına aykırıda olsa, akıl dışı da olsa sorgulamadan; ‘doğruda yanlışta olsa benim ülkemin çıkarları’ diye olaylara bakması istenenşovenist vatanseverliği benimseyecek yurttaşlar üretmeye yönelik girişim içindedirler. Devletin tüm kurum ve değerlerine mutlak itaati ve bağlılığın gerekliliği politikasını yaparlar. Godwin’in; “ Gençliğimizin, ne kadar mükemmel olursa olsun anayasaya saygılı olmak üzere eğitilmesi doğru değildir; hakikate ve ancak etki altına alınmamış hakikat anlayışlarına uygun düştüğü takdirde anayasaya saygı duymak üzere yönlendirilmelidir” ifadesini önemsemeliyiz. Mevcut anayasanın Eğitim Öğrenim hakkı ve ödevini düzenleyen 42. Maddesinde; “Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.” hükmüyle okullara bu konuda biçtiği misyonu tam da eleştirdiğimiz “kör itaat” boyutunda vurgulamaktadır.

Zorunlu eğitim ilk olarak 1876’da, ilk eğitimin “bütün Osmanlı tebaasına mecburi olduğu” hükmüKanun-i Esaside yer aldı. Zorunlu eğitim tartışmalarına Namık Kemalde katılmış ve ““eğitimin nimetlerini gören halk zaten gönüllü bir şekilde çocuklarını okullara kaydettirecektir. Bu konuda kimseyi zorlamaya gerek yoktur”  şeklinde olaya yaklaşmıştır. Zorunlu eğitim Osmanlı döneminde tartışıldığı kadar cumhuriyet döneminde tartışılmamıştır.

4+4+4 Kim Ne Anlam Çıkarttı?

Ülkemizde tüm politik kesimler okulun politik üretim merkezi olması yönünde hem fikirdirler.  Bu nedenle zorunlu eğitim üzerinden bir tartışma açılamıyor. Kavga okulun kimin politik aracı olacağıüzerinden, egemenlik ve sahiplenme kavgası olarak veriliyor.

28 Şubat darbesi her alanda olduğu gibi aklınca eğitime de balans ayarı yaptı. İrtica yuvalanmasının merkezi olarak gördüğü İHL’lerin önünü kesmek için kesintisiz sekiz yıl dayatmasını uygulamaya geçirdi. Meslek liselerin orta kısımları kapandı. Meslek liseleri ağır bir darbe aldı. Darbecilerde okula biçilen dönüştürücü misyona bel bağlamıştı. Okul darbeyi ve darbe ideolojisini sevdirmeye muktedir olamadı. Bugün darbeciler yargı önünde hesap veriyorlar.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer 8 yıl kesintisizden vazgeçen tasarıyı meclise taşıdı. Önerinin öne çıkan yönleri 4+4+4=12 yıl olması ve açık öğretime imkân vermesi oldu. Politikanın malzemesi olan okul üzerine yine politik taraflar kendi politik çıkarları yönünden yaklaştılar. Sekiz yılın 4+4’e bölünmüş olmasını İHL’lerin önünü açma girişim ve eğitimin gericileştirilmesi olarak okudular. Darbenin anormal hale çevirdiğini, siyasilerin normalleştirilmesinde eleştirilecek bir yön görmüyoruz. Bir toplumsal talebin ve ihtiyacın karşılanmasıdır bu değişiklik. Ülke kalkınmasında önemli rol oynayan meslek liselerini besleyecek bir değişikliktir aynı zamanda.

İlk dört yıldan sonra öğrencilere açık öğretim imkânı verilmesi bir kesim tarafından “kızların eve kapatılması olarak görüldü” ve eleştirildi. Bu uygulama başta Fransa olmak üzere pek çok ülkede var ve bu durum kızların eve kapatılması olarak okunmuyor. Fransa eğitim sistemi öğrencilerden belli oranlarda kredi toplamasını istiyor. Öğrenciye ister yarı zamanla çalışıp yarı zamanlı okuyarak daha uzun sürede, isterse tam zamanlı okuyarak daha kısa sürede okulu bitirme esnekliği tanıyor.  Artık kışla tipi okullar yerine eğitimi hayatın içine yayan esnek modeller benimseniyor. Bu yönelimlerin arkasındaki ihtiyaçları görmek önemlidir. Ülkemiz hala yoksul çoğunluğa sahiptir. Bu çocukların bir zaman sonra evin geçimine katkı sağlayabilmek için çalışma hayatına atılmaları gerekiyor. Açık öğretim imkânı vermeyen sistem çocuğu okulla, geçim arasında tercih yapmakta bırakıyordu. Bu durumda pek çok genç orta ve liseden terk etmek okulu terk ediyordu. Açık öğretim imkânı en çokta yoksul çocukların işine yarayacak hem çalışma hem de okula devam ederek alacakları diplomayla daha nitelikli işlerde çalışma imkânı bulabileceklerdir.  Bunun yanında uzaktan öğrenim, evde öğrenim gibi alternatif modeller sunarak kişilerin öğrenim alma tercihlerini çoğaltıyor ve öğrenimi katı okul sistemine mahkûm etmiyorlar. Sayın Ömer Dinçer Organize Sanayi Bölgelerinin müfredatını da kendileri belirleyerek ihtiyaç duydukları alanda meslek liseleri açabilmelerine imkan veren çalışma içinde olduklarını belirtti. Bu oldukça olumlu bir adımdır. Özgür Eğitim-Sen olarak yıllardır isteyenin kendi müfredatını oluşturarak okul açabileceğini, devletin kontrol rolü oynayabileceğini savunduk. Bu adımın meslek liseleriyle sınırlı kalmadan geliştirilmesini umuyoruz.

Bu duruma yönelik ikinci bir eleştiri ise çocukların sosyalleşmesini engelleyeceği noktasındadır.Okulun çocuğu sosyalleştirdiği ön kabulü bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Okulun eğittiği yanılsaması gibi. Hâlbuki okul yalnızca öğretir, eğitemez. Okul üzerinde oluşturulan sorgulanmamış yanlış mitlerden birisidir sosyalleşme. Çocuklar derste yazmayla ya da okumayla meşguldürler. Birbiriyle diyalogları oldukça düşüktür. Beş dakikalık teneffüsler de kurdukları oyunlarsa her seferinde yarım kalarak tekrar sınıfa dönerler. Bu kısır döngünün devamlı olduğu bir ortamda hangi sosyalleşmeden bahsedebiliriz. Hâlbuki çocuklar sosyalleşmeyi en önemli ve temel eğitim yuvası olan ailede tamamlar. Sokakta, parkta, lokantada, tiyatroda, sinemada aile kazandıkları sosyalleşmeyi uygulama ve pekiştirme imkânı bulurlar. Okulun sosyalleştirme iddiasını aileyi ve hayatı yok sayması ve dışlaması olarak okumak gerekir.

Bu tasarıda eleştirilmesi gereken yer liselerin zorunlu hale getirilmesi olmalıdır. Bir toplumun bütün çocuklarını üniversite okutmak gibi bir istek üzerine politika yapması, bütün çocukların üniversite okumak istememesi ve buna ihtiyaç duymaması gerçeği göz önünde tutularak yapılmalıdır. Liseler içinde aynı durum geçerlidir. Okumak istemeyeni, buna ihtiyaç duymayanı zorla okutmak kimseye bir yarar sağlamayacaktır. Etrafımızda orta ya da lise terkli pek çok iş güç sahibi, işveren pozisyonda insanımız var. Zorunlu okulda eğitim dayatması çocukları okul yoluyla hayatın dışında daha uzun tutmaktan başka bir anlam taşımayacaktır.

İçinde bulunduğumuz dönem bilgi toplumudur. Adeta bilgi çöplüğünde yaşıyoruz ve etrafımızda tüketemeyeceğimiz kadar bilgi var. Bilgiye ulaşmaksa bir o kadar kolay artık. Hal böyleyken yapılması gereken iyi bir planlamayla öğretim sürecini planlayarak süreyi uzatmak yerine kısaltmaya gitmeliyiz. Yarın söylenecek olanı biz bugünden söyleyelim. 12 yıllık eğitim süreci çocuğun eğitim ihtiyacı için değil ekonomi politiğin (işsizlik oranını düşürmek, istihdama daha az para ayırmak gibi) ihtiyacı içindir. 12 yıllık uzun eğitim süreci çocuklarımızın hayatlarından çalınan oyalama yılları olacaktır. Ne kadar“uzun süreli eğitim” o kadar “iyi eğitim”, o kadar “iyi yetişmiş insan” algısı bir aldatmacadır. 12 yıl boyunca öğrenciler 150 adet ders kitabı okuyorlar. Bu kitaplar birbirinin tekrarı ya da biraz geliştirilmişidir. Tekrarları çıktığımızda bu sayı daha da azalacaktır. Bu kadar kitabı okumak için 12 yıl harcamak akıl işi değildir. Bir insanın bir saatte yapacağı işi siz 5 saatte yapmaya zorlarsanız bu insanı geliştirmez, aksine hantallaştırır, aptallaştırır, verimsizleştirir. Zaman içinde özgüven yitimine ve beceri körelmesine uğrar. Eğitimin asıl sorunu yıl değil; zorunluluk, içerik ve kalite sorunu olduğunu fark etmeliyiz. Çok kültürlülüğe açık, alternatifler sunan, öğreten, özgürlükçü bir okul politikasına ihtiyacımız var.

Not: bu yazı Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanmıştır. Yorum sayfasının kelime kotasını aştığı için yazının bir kısmı yer almamıştır. Yazının tamamı sitemizde yayınlanmıştır.

 

 

Özgür Eğitim-Sen, 06.03.2012

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et