28 Şubat’tan 15 Temmuz’a

Demokratik değerlere ve hukukun üstünlüğüne inanılan bir yerde herhangi bir siyasi partinin doğruları ve beklentileri -halkın teveccühü ne denli güçlü olursa olsun tek başına yeterli değildir – devletin ve de milletin tek doğrusu haline getirilemez. Hükümetler de sadece kendi oydaşlarına karşı sorumlu değildir, çünkü toplumun çoğunluğunun doğruları ve beklentileri toplumu oluşturan diğer paydaşlar ve tekil bireylerce paylaşılmayabilir ve haksızlıklara sebep olabilir.

Bu nedenle bir siyasi parti veya lider ne denli güçlü olursa olsun yapıp-edecekleri hukukun gerçek manası ile hakkaniyet dairesi içinde olmalıdır.

Kendi literatürümüzden konuşursak, halife-lider ya da bugünkü sistemde hükümet ve başı, İmam Maturidi’nin belirttiği gibi sadece Müslimlerin değil aynı zamanda zımmilerin de lideridir ve görevinin hepsinin huzur ve refahını sağlamak olduğu unutmamalıdır.

Toplumun beklenti ve arzuları zamana, mekana ve ihtiyaçlara göre değişiklik gösterebildiği için bir iktidarın yapıp ettiklerini bir başka iktidar gerekli halk desteğini bulduğunda yasal sınırlar ve demokratik teamüller çerçevesinde değiştirilebilir, geliştirebilir, yenileyebilir.

Bu nedenle son günlerde hükümet kanadından ve de hükümeti destekleyen bazı yazarlardan açıkça ya da ima yoluyla duyduğumuz AK Parti’nin beklenti ve doğrularının devlet ve milletin beklentileri ile bir tutulmak isteği doğru bir yaklaşım değildir.

Bu tavır hem ülkeye hem de AK Parti’ye açıkça zarar verir çünkü böyle bir yaklaşım yapılan ya da yapılacak işlerin hatasıyla sevabıyla tenkit edilmesini ve varsa hataların düzeltilmesini zorlaştırır.

***

Bir siyasi partinin kendi ikbalini koruma kollama endişesi taşıması ve bunun için önlemler alması elbette ki eleştirilemez. Ancak bu tedbirlerin insaf dairesinde olması da şart. Toplumsal desteğinizin çok güçlü olması size temel ilkeleri es geçme hakkını vermez.

Türkiye kurulduğu günden beri sürekli kritik eşiklerden geçiyor.

Ve maalesef biz de bunları yapılması elzem işleri yapmamak, ötelemek için bir bahane olarak kullanıyoruz.

Dün, yapılabilecekleri “28 Şubat…” diye geçiştirirken bugün de “15 Temmuz…” diye geçiştirmeye hiç kimsenin hakkı yok.

Unutmayalım ki dünden bugüne başat problemlerimiz hiç değişmedi ve yerli yerinde duruyor. Çok yakın bir geçmişte iki çok önemli seçimi atlatmış, “Hendek” tuzağına çekilmek istenmiş, arkasından hain bir darbe girişiminden kurtulmuşken sorunlarımızı geçmişteki gibi sadece birer asayiş meselesi olarak görüp emniyet önlemleri ile çözme hastalığından kurtulmamız gerekiyor.

Aksi takdirde aynı çukurlara tekrar tekrar düşmemiz kaçınılmaz olacak.

OHAL içinde onlarca karar çok kolaylıkla alınırken ve toplumun hemen her kesimi büyük bir itidal sergilerken temel hak ve özgürlükler konusunda cimrilik sergilenmesini anlamak gerçekten çok güç.

Gerçek işsizliğin başını alıp gittiği, ekonomik sorunların yerli yerinde durduğu, Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların ve de bugün için muhafazakâr iktidar var diye sesi fazla çıkmayan Sünni dindarların bazı sorunları hâlâ çözülememişken bu sorunlardan en azından kısa vadede çözülebileceklerin çözümünün gelecek (?) başka baharlara bırakılması hiç de hoş değil.

Daha da önemlisi adalet hassasiyetinin zayıflatılmaması elzem…

Ergenekon, Balyoz ve JİTEM gibi kritik davalarda hukukun temel ilkelerinin yerle bir edilip, adaleti tesis yerine birilerini terbiye etmek ve birilerine alan açmak için kullanılmasının sonuçlarını hep birlikte gördük. FETÖ’cülerin oyunları yüzünden dün pek çok insan mağdur olup, hayatları kararırken maalesef bugün içlerindeki gerçek suçluların da cezasız kalmasına yol açıldı.

Ancak, unutmamalı ki çoğumuz bu pis oyunu ancak 17-25 Aralık sonrası görebildi…

Bu yaşananlardan ders alınmalı ki bir beş yıl sonra yine aynı kandırılmışlık hissini yaşamayalım…

Karar Gazetesi, 23.08.2017

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et