15 vekil hadisesi

2002 seçimlerine giderken, favori Ak Parti idi.

Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın önünü kesmek isteyenler, vaktiyle okuduğu bir şiir yüzünden toplumu kin ve düşmanlığa sevk etme suçundan ceza alan Erdoğan’ın milletvekili adayı olamayacağı itirazıyla Yüksek Seçim Kurulu’na başvurmuşlardı.

Dönemin YSK Başkanı Tufan Algan, Erdoğan’ın milletvekili adaylığına yapılan itirazı değerlendirirken takip edecekleri yolu, bakın, Yavuz Donat’a nasıl anlatmış? (20 Eylül 2002, Sabah)

… Yargı siyasallaşmaz. Yargı, önüne gelen dosyaya bakar. Hukuka bakar. Memleketinin menfaatlerine bakar. Çanakkale’ye bakar, 26 Ağustos’taki Büyük Taarruz’a bakar, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne bakar. Kendisine “neyin bırakıldığına”, yarın çocuklarına “ne bırakacağına” bakar.

Başkanı böylesine ucube bir açıklama yapabilen bir kuruldan hukukî bir karar beklenemezdi elbette. Beklenen oldu ve Erdoğan’ın adaylık başvurusu YSK tarafından reddedildi. Ne milletvekili, ne de -partisi kazanırsa- Başbakan olabilecekti.

Erdoğan’ın Meclis’e girmesi, anayasanın iki maddesi değiştirildikten sonra Siirt’te yapılan ara seçimlerle mümkün olabildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Sezer kişiye özel kanun olmaz gerekçesiyle bu değişikliği Meclis’e iade etmiş, ancak muhalefetin de desteği ile veto engeli aşılmıştı.

Sezer haksızdı. Hak kayıpları önlenirken yahut özgürlükler genişletilirken kimin işine yarayacağına bakılmaz, sıra gözetilmez, “adâlet” aranmazdı. Bir kişinin bile olsa hakkını iade etmek, sahile vurmuş denizyıldızlarından sadece birini denize kavuşturmak kadar değerliydi, çünkü.

Bana göre Türkiye, 2002 Kasımı ile mukayese edildiğinde pekçok bakımdan daha iyi bir noktada. Lakin herkesin benim gibi düşünmediğini de biliyorum.

Türkiye’nin çok kötü bir durumda -hatta tarihinin en kötü noktasında- olduğunu ve her geçen gün daha da kötüye gittiğini düşünen bir kesim var. Sadece muhalif değiller, umutsuzlar da. Girdikleri her seçimi kaybetmenin umutsuzluğu, çaresizliği ve gerginliği içindeler.

Kitleleri niye ikna edemediklerini anlamaya çalışmıyor, niye boyuna kaybettiklerini sorgulamıyorlar. Seçimlerdeki küçük ve genele yayılamayacak aksaklıkları, seçim sonuçlarını gölgelemek için kullanıyorlar. YSK’nın tarafsız olmadığına inanıyor, dayanak olarak 16 Nisan halkoylamasındaki ‘mühürsüz’ zarf ve oy pusulalarını gösteriyorlar.

Bana göre, CHP’den İyi Parti’ye geçen 15 vekil hadisesine biraz da bu psikolojiyi dikkate alarak bakmak gerekiyor.

Onlara göre bu hamleyi yapmamış olsaydılar, YSK İyi Parti’yi seçime almayacaktı yahut almayabilecekti. Grup kurdurmakla, İyi Parti’nin “seçimlere girmesi”ni temin etmiş oldular sadece.

Pekçok insan ‘ahlâksızca’ bulsa da, bana göre de hadise İyi Parti’nin seçime girme hakkı kazanmasından ibaret. Seçimleri kazanması ise hâlâ halkı ikna edebilmesine bağlı.

Bir partinin seçime girmek istemesinden daha doğal ne var? Partiler zaten bunun için kurulmazlar mı? Cumhur İttifakı’na dâhil partilerin muhalefeti hazırlıksız yakalamak istemeleri kadar doğal değil mi bu?

Evet ama seçime katılabilmek için dolambaçlı yolları tercih ettiler diyebilirsiniz. Haklısınız. Ama bu dolambaçlı yolun ‘yasal’ olmadığını söyleyebilir misiniz?

15 vekilin zorla istifa ettirildiğini söyleyebilirsiniz. Lakin muhalif cenahtan iseniz, aynı argümanı 2003 yılında Siirt’te yapılan ara seçimlerde Erdoğan’ın milletvekili olabilmesi için adaylıktan istifa eden yahut ettirilen Mervan Gül için de dile getirebilirsiniz.

***

Bu tartışmada gözden kaçtığını düşündüğüm asıl önemli husus, Siyasi Partiler Kanunu’na (SPK) bir nevi kutsiyet atfedilmesi.

Yürürlükteki bir kanunun uygulanmama keyfiyetinden bahsetmiyorum; elbette uygulanacak. Bu kanunun tatbiki ile görevli kişiler ve kurumlar, vazifelerini hakkıyla yerine getirecekler.

Benim kastettiğim, bu konuda görüş beyan eden sivillerin zihinlerini SPK’na fazlaca endekslemesi, bu kanuna adeta bir “tabiî kanun” muamelesi yapması.

Halen yürürlükte bulunan SPK, 1983 tarihli. Bir önceki kanun ise 1965 tarihli idi. Daha ilginç olanı ise, 1965 yılına kadar Türkiye’de bir siyasi partiler kanununun bulunmaması.

Dernekler kanunu hükümlerinin cari olduğu bu ‘regüle edilmemiş’ dönemde de çok partili siyaset mümkündü. Üstelik partiler, bugüne kıyasla çok daha hür (regüle edilmemiş) bir ortamda ve esnek yapılarla çalışabiliyorlardı. O kadar ki, hâlihazırdaki siyasî partiler kanunu yürürlükte olsa Demokrat Parti’nin muhtemelen 1946 seçimlerine girmesi şüpheliydi.

Bu örnekten de anlaşılacağı üzere; siyasi partiler kanunu yada kanunları, siyaset alanını genişletmek değil, düzenlemek ve daraltmak için kullanılan araçlar ve ikincil (talî) formlardır.

Yürürlükte oldukları müddetçe elbette uygulanacak/uygulanmalıdırlar. Lâkin asıl önceliğimiz, siyaseti dizayn etmeye matuf bu tür formları kutsamak yerine eleştirmek, esnetmek, hatta yürürlükten kaldırılmalarını talep etmek olmalıdır.

Güneş Motel vakası

15 Vekil hadisesi, sık sık Güneş Motel vakasıyla mukayese ediliyor. Şahsen, aralarında benzerlik görmüyorum.

Ecevit liderliğindeki CHP, 1977 seçimlerinden birinci parti olarak çıktığı halde hükümeti kuracak çoğunluğa erişememiş, bunun üzerine Demirel, Erbakan ve Türkeş liderliğindeki üç parti (Adalet, Milli Selamet ve Milliyetçi Hareket Partileri) biraraya gelerek siyasî tarihimize “2. Milliyetçi Cephe” olarak geçen koalisyon hükümetini kurmuşlardı. Müteakip dönemde Adalet Partisi’nden istifa eden milletvekilleri ile birlikte Meclis çoğunluğunu kaybetse de, Demirel hükümeti ayakta durmaya devam ediyordu.

CHP ile Adalet Partisi’nden istifa eden milletvekilleri arasında gerçekleşen Güneş Motel buluşmasında, müstafi (eski AP’li) milletvekilleri Demirel hükümetine verilecek gensoruyu desteklemek için ikna edildi.

Gensoru kabul edildi, Demirel hükümeti düştü; yeni hükümeti kurma görevi Ecevit’e verildi.

Ecevit, bu 11 vekilden 10’una yeni hükümette Bakanlık görevi verdi.

Görüldüğü üzere Güneş Motel vakası hükümet düşürmek üzere kurulmuş ahlâksızca bir tezgâhtı. Bakanlık koltuğu mukabilinde oylar alınıp/satılmıştı.

15 Vekil hadisesinin tek sonucu, İyi Parti’nin seçimlere girebilmesi olacak. Nihaî kararı yine seçmen verecek.

Bu konuda düşebileceğim tek şerh, CHP ve İyi Parti arasında bir ittifak kurulmamış olması. Birbirine vekil emanet edecek kadar yakın hisseden iki parti arasında, niyet düzeyinde de olsa bir ittifak beyanında bulunulmuş olmalıydı.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et