Önemli gün ve tarihleri hiçbir şey yazmadan geçirmek istemiyorum. İnsan daha sonra bununla ilgili pişmanlık duyuyor. Pişmanlık yaşamamak için yurt dışındayken yazdığım evvelki seneki notlarımı bir yazıya dönüştürerek (hiç değilse kendim için) bu yılın 15 Temmuz yıldönümüne bir not düşmek istedim. Umarım bu ilgilerim gelecekte bir siyaset ve medya epistemolojisi yazmam için yeterli alt yapı sağlar.
Batı’daki ana akım medya, 15 Temmuz’un yıl dönümlerinde, püskürtülen darbe girişimiyle ilgili uzunca haber ve röportajlara yer vermekte. Ben bunları takip etmeye çalışıyorum. Muhtemelen bu sene de 15 Temmuz, geçen iki yıla oranla daha az da olsa Batı medyasında işlenecektir.
Geçen iki yıldaki haberleri dikkatlice takip ettim ve tarafsız mı değil mi, anlamaya çalıştım. Haberler, ilk bakışta tarafsız görünüyordu ve aslında meselenin farklı yönleri ele alınıyordu, yani ilk bakışta haberlerin tarafsız göründüğü söylenebilirdi. Fakat sonraları fikrim değişmeye başladı, çünkü geçen yılın Temmuz’unda Brezilyalı bir arkadaşım, Türkiye haberlerini dinlemiş, benim hakkımda endişelenmiş ve bana durumun vahametini koruyup korumadığını sormuştu. O zaman haberlerin taraflı veya tarafsız olmasının hiçbir önemi olmadığını fark ettim. Çünkü Batı’daki ana akım medya, geçen altı yılda kamuoyunda oluşturmuş olduğu Türkiye algısına hitap ediyordu.
Avrupa ve dünya kamuoyu, uzunca bir zamandan beri Türkiye hakkında tek taraflı orantısız bir bilgi akışına maruz kalıyor. İnsanlar, ana akım medyanın, meselelerin farklı yönlerini görmezden gelmesi nedeniyle dezenformasyona yani yanlış bilgilendirmeye maruz kaldılar. Bu süreç, Batı kamuoyunda gerçekle uyuşmayan bir Türkiye algısı oluşturdu. Haberler tarafsızmış gibi görünüyordu, ama bu türden yanlış algılara sahip olan insanlara hitap ediyordu. Haberler, hatalı algıları ve bu dezenformasyonu düzeltecek içeriğe sahip değildi. Bunun doğal sonucu olarak insanlar da bu algıların devamı olarak yönlendirilmiş zihinlerle haberleri dinliyorlar. Bir ülkeye marka değerini düşürmekten daha kötü ne yapabilirsiniz?
Bu yönlendirilmiş zihinler, Türkiye’yi nasıl görüyor? İnsanların çoğu, tüm muhalefetin hapiste olduğunu ve hiçbir muhalefete izin verilmediğini düşünüyor. Yine birçok insan, demokratik seçimlerin askıya alındığını ve tüm yetkilerin bir “diktatörde” olduğunu düşünüyor. Tüm muhalif gazetecilerin mesleklerini yaptıkları için tutuklandığını, basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğünün hiç olmadığını düşünüyorlar.
Birçok Batılı “iyi insan”, bu zihin yapısından dolayı haklı olarak (!) 15 Temmuz 2016’daki darbe teşebbüsünü bir tür korunma refleksinin sonucu olarak görüyor ve başarısız olduğu için üzülüyor. Bu inanılmaz derecede yaygın bir algı. Darbeyi Türkiye’ye yakıştırıyorlar ve “başarısız” olduğu için üzülüyorlar.
Bunlar sıradan insanların algısı. Daha entelektüel olanlar, Türkiye’de siyasi ve hukuki süreçlerin işlemediğini ve Türkiye’nin çok güvensiz bir yer olduğunu, sürekli bombaların patladığını ve insanların çaresizlik içinde olduğunu düşünüyorlar. Somut örneklere sürekli şahit olabilirsiniz. Tatile gitmek istediğini ama korktuğunu söyleyen birçok insanla karşılaşabiliyorsunuz. Bu yıl bu korku, biraz kırıldı, ama Yunanistan’daki ve Türkiye’deki otel fiyatlarını mukayese ederseniz, bu korkuların bize ekonomik maliyetinin büyük olduğunu fark edebilirsiniz.
Bu durumda şunu sormak gerekiyor: Bu algının üzerine Batı ana akım medyasının tarafsız yayın yapması, tarafsızlık mıdır? Türkiye hakkındaki yargıların tamamı yanlıştır ve bunları ortadan kaldırmadan Batı kamuoyunu doğru bilgilendirmek mümkün değildir. Bu nedenle tarafsız yayınlar yoktur.
Bu algıları kim, neden oluşturuyor? Nedenler hakkında yazabilmek için backgrounda sahip olduğumu sanmıyorum, ama kimlerin eseri olduğunu biraz tespit etmek mümkün. Batı’daki ana akım medya, geçen altı yılda sürekli olarak Türkiye’ye dair olumsuz haberler yaptı. Birkaç örnek verebiliriz. The Economist: Turkey’s slide into dictatorship (kapak), Türkiye diktatörlüğe doğru gidiyor. The Economist: Democrat or Sultan. Kapağa Sultan III. Selim kaftanı ile Cumhurbaşkanının resmi koydu ve seçimde HDP’ye oy verilmesi gerektiğini yazdı. Del Spiegel: Der Staat Erdogan (kapak: Erdogan’ın Devleti). Del Spiegel: Özgürlüğünü kaybeden ülke (kapak) Blick: Erdoğan diktatörlüğü için hayır oyu kullanın. Bunlar sadece birkaçı.
Sıradan kamuoyunun bunlara direnmesi mümkün değildi, direnmedi, direnemedi. Bunun üzerine bir de kaçan darbeciler Türkiye’ye karşı yanlış bilgilendirme faaliyetlerine devam ettiler. FETÖ, Avrupa’da da bir networke sahip ve bunlar daha önceki darbelere destek sağlamış gazeteciler ve gruplar tarafından ön plana çıkarılıyor.
Kişisel bir deneyim olarak FETÖ’nün Avrupa’da güçlü bir networke sahip olduğuna dair bilgim yok. Zaten bu aralar kılık değiştirdikleri ve ölü taklidi yaptıkları dönemdeler. Bu nedenle bunu basit gözlemle anlamak hiç kolay değil. Ancak bir şeyi anlayabiliyorsunuz: FETÖ, muhalifleri kendi amaçları doğrultusunda yönlendirebiliyor. Onların nefretlerini istismar edebiliyor. Nefret ilkel bir duygudur ve her zaman istismara açıktır. Bu nedenle FETÖ, yurt içinde ve dışında politik nefrete sahip olan herkesi yönlendirme peşinde. Bunu çoğu zaman başardığını görmek mümkün.
Bununla ilgili 2017 Temmuz’unda bir olaya şahit oldum. Alman bir öğrenci “Türkiye çok kötü durumda değil mi?” diye sorunca ben de “meselenin farklı yönleri var” gibi yumuşak bir girişle anlatmaya çalıştım. Sözüm bitince bana “benim Türkiye’de ne olduğu ile ilgili çok bilgim yok, geçenlerde Türkiye’den biri ile tanıştım, Erdoğan’ın diktatör olduğunu ve özgürlükleri yok ettiğini söyledi” dedi. Onu söyleyen kişiyi tanıyorum, kendisini Kemalist olarak tanımlayan birisiydi. Türkiye hakkında bu şekilde bilgi aktarmasının, muhatabı tarafından nasıl algılandığını anlamayacak kadar politik nefret içinde. Söylediği yalanlar bir tarafa, kendisine ve ülkesinin imajına verdiği zararın farkında değil veya artık bunları düşünmeyecek kadar politik nefrete saplanmış.
Bir Avrupalıya bunları söylemenin bir muhalefet mi veya eleştiri mi olduğunu da sorgulamak gerekir. İkisi de değil tabi ki, tam bir aptallık. Kendi markanı kötülemek. Ama yapacak bir şey yok, bizimkisi böyle bir muhalefet. Yanlış Türkiye algısında Türklerin tutumlarının ve anlattıklarının etkisi büyük. Şimdilerde FETÖ bu nefreti, yönlendirmek için çalışıyor. PKK ve DHKPC gibi diğer terör örgütleri de Türkiye karşıtı kampanyalarda FETÖ yandaşlarına lojistik destek verdikleri söyleniyor. Ben, FETÖ’nün bu grupları yönlendirme yeteneğinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Yanlış Türkiye algısının bir nedeni de hemen yanı başımızda, Suriye’de korkunç bir savaşın yaşanıyor olması ve Avrupa’dan bakınca Türkiye’nin savaşın ortasında görülmesidir.
Bu algılar karşısında neler yapılabilir? Kendimizi doğru şekilde anlatmaktan başka yapacak bir şey yok. Bu anlatılarda üç nokta çok önemli. Birincisi, tüm anlatılar büyük tutarsızlıklar barındırıyor. Bunların gösterilmesi gerekir. Türkiye’ye gelen Avrupalı turistler, ülkelerine dönerken kendi medyaları tarafından aldatıldıkları hissini yaşadıklarını söylüyorlar. İkincisi, FETÖ’nün ne kadar sinsi ve tehlikeli büyük bir örgüt olduğunun anlatılması gerekiyor. Bunu bilmedikleri için işten atılanlar meselesi ve mesleklerini yaptıkları için tutuklanan gazeteciler yalanı, Batı kamuoyunda etkili oluyor. Üçüncüsü de 15 Temmuz’da yaşadığınız olayı anlatmamız gerekiyor. Bence geçen üç yılda yeterli akademik çalışma yapılmadı, şiiri, şarkısı, romanı yazılamadı.
Son olarak yabancı basında geçen iki ifadeyi değerlendirme istiyorum. Birincisi, (çok mu şüpheci oldum bilemiyoruz) “failed coup” (başarısız darbe) ifadesi. Başarısız darbe, denilince kötü bir şey olmuş gibi anlaşılıyor. “Başarılı darbe” iyi bir çağrışıma sahipken “başarısız darbe” kötü bir şey olmuş imajı yaratıyor. Bence bunu İngilizcede “repelled coup” (püskürtülmüş darbe) veya “hindered coup” (engellenen darbe) şeklinde ifade etmek daha doğruydu.
İkincisi, yabancı basın 15 Temmuz anmalarını anlatırken sürekli olarak Erdoğan taraftarlarının sokağa çıktığını ileri sürüyor. Bu bana hakaretamiz geliyor, doğru da değildir. İnsanlar, demokrasiye ve tercihlerine sahip çıkmak için sokağa çıkmışlardır. Püskürtülen darbe gecesinde, Erdoğan’a bağlılıklarından dolayı değil onun yönlendirmesi sayesinde organize olabileceklerini düşündükleri için sokağa çıkmışlardır. Bu ikisi çok farklıdır. Kimse o gece haksız bir dava için veya lideri uğruna ölmek için sokağa çıkmadı. Tıpkı Sokrates’in milattan önce 399’da yaptığı gibi uğrunda ölünebilecek kadar doğru bir dava için sokağa çıktılar. Çünkü 15 Temmuz 2016 gecesi yapılmak istenenler, hiçbir onurlu insanın gururuna yediremeyeceği şeylerdi, o gece haysiyetli insanlar için direnmekten başka çare yoktu: Eylemle veya zikirle; bedenle veya zihinle. Öyle de oldu zaten. Ateist olduğu halde tekbir getirerek tankların üzerine yürüyen onurlu kadınlar ve erkekler tanıyorum.
Türkiye siyasetinde bazı solcu aydınların zannettiği gibi bir lider tabusu, kültü yoktur. Dinimiz buna izin vermediği gibi birçok kişinin iddia ettiğinin aksine kültürümüzde böyle bir liderlik anlayışı da yok. Bu, Türk aydınının uydurduğu yıllardır duyduğumuz yanlış bir yargıdır ve kasıtlıdır. Bu kasıtla 15 Temmuz direnişi, kendini uyanık zanneden sömürge aydınlarının diline pelesenk olan bu lider tabusu yalanıyla itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bunlar, FETÖ başta olmak üzere demokratik temayüllere inanmayanların “kullanışlı aydınları” olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Türkiye demokrasinin güçlenmesi, 15 Temmuz direnişine sahip çıkmaktan ve meşru muhalefet yolunu tutmaktan geçiyor.