13 Eylül: Yeni Türkiye yeni anayasa, yeni siyaset

12 Eylül referandumu, Türkiye’nin çok sert geçen bir siyasi kampanya dönemini sona erdirdi. 13 Eylül itibarıyla Türkiye’de değişim ve demokratikleşme süreci, önemli bir eşiği daha aştı. %77 katılımla, %58 evet, %42 hayır oranıyla referandum tartışmasız bir şekilde sonuçlandı.

BDP’nin güçlü olduğu yerlerde ise boykot etkili oldu. Böylece on dokuzuncu yüzyıldaki uzak 1999 sonrası yakın tarihî kökleri olan demokratikleşme bahsinde, doğrudan halkın oyuyla asker-sivil bürokratik vesayet sisteminin anayasadan tasfiyesinde dönülmez bir yola girildi. Şimdi siyasi tansiyonun düşürülmesi, reformların hayata geçirilmesi, reaksiyoner cephenin teskini, Kürt sorunu ve yeni anayasa, siyasi gündeme gelecek.

Referandum sonuçlarıyla demokratikleşmenin tarihî kökleri yanında, güçlü toplumsal tabanı da ortaya çıkmış oldu. Bu toplumsal taban öylesine güçlenmiş durumda ki, referandumdaki hayır cephesi dahi, yeni anayasa ve demokrasi vaat etmekten uzak duramadı. Hayır cephesi, bürokratik vesayet sisteminin daha yavaş ve kendi iktidarları döneminde tasfiyesini taahhüt etti. Bu şekilde demokratikleşmeden korkanlara ve değişimle kurulacak yeni düzendeki konumlarından emin olmayanlara hitap edilirken, demokratikleşme isteyen taban da karşıya alınmadan ikna edilmiş oluyordu. Bilhassa CHP ve Kılıçdaroğlu, 13 Eylül’den itibaren genel seçimlere kadar bu hususta samimi olup olmadıklarıyla sınanacaklar.

12 Eylül referandum sonuçları, daha demokratik bir anayasa ve devlet yapısını beraberinde getirecek. Bürokratik vesayet kurumları ve bilhassa yargı bürokrasisi, işgal ettikleri demokrasi ve siyaset alanını terk etmeye mecbur kalacaklar. Siyasetin alanı genişleyecek. Siyasetin alanının genişlemesi, referandumdaki saflaşma ve iç tartışmalarla beraber düşünüldüğünde siyasi yelpazenin yeniden inşa edilmesine yol açacak. Bu yeni durumun, siyasetteki kutuplaşmanın azalmasından çok yaklaşan genel seçimler dolayısıyla yeni tartışmaları beraberinde getirmesi beklenebilir. Bu bakımdan siyasi partilerin ve bilhassa AK Parti hükümetinin, toplumdaki kutuplaşmayı azaltıcı çalışmalara öncelik vermesi yerinde olacaktır. Bu tespit, hayırhah bir temenni olmanın ötesinde siyasi bir hesaba dayanırsa hayata geçebilecektir. Bu siyasi hesap, AK Parti ile CHP’nin kısmî bir reform cephesini mümkün kılabilirse, her iki partinin de çıkarına bir tablo ortaya çıkabilir. AK Parti ve CHP, reform amacıyla bir araya gelemese dahi, genel seçimler sonrasındaki reform taahhütleriyle MHP-BDP kutuplaşmasını engelleyebilirler. CHP, reform vaadiyle oy tabanını genişletebilir.

CHP MHP ALEYHİNE BÜYÜYOR

MHP ve BDP ise, milliyetçilik üzerinden bir kutuplaşmayı artırmayı deneyeceklerdir. Esasen referandum sonuçları ve BDP’nin boykot coğrafyası Türkiye’nin en ciddi probleminin Kürt sorunu olduğunu bir kez daha gösterdi. 20 Eylül sonrasında PKK’nın eylemsizlik kararının sona erecek olması, bu konuyu yeniden sansasyonel bir şiddetle kamuoyu gündemine taşıyabilir. AK Parti ile CHP bu konuda bir çözüm bloku oluşturarak genel seçimlere kadar bu meselenin şiddet dışında bir yolla çözülebileceğini gösteremezlerse, MHP-BDP bloklaşması ve şiddet, siyasetin gündemini tayin edecek bir mahiyet kazanabilir.

AK Parti, bürokrasinin ve bilhassa yargının vesayetinden kurtulduktan sonra muktedir olabileceğini göstermenin avantajıyla genel seçimlere gidecektir. Bu şekilde Türkiye, demokrasi sorunlarından biri olan çoğunluğun yönetme hakkını tesis etmiş olacaktır. Ancak bu bağlamda azınlıkların hak ve hukuku gündeme gelecektir. Sadece siyasi azınlık olan muhalefetin değil dinî, mezhebî, etnik vs. azınlıkların temel hak ve hürriyetlerindeki problemlerin bizzat çoğunluğun siyasi temsilcisi olan siyasi parti marifetiyle aşılması veya en azından aşılması vaadi siyasi tansiyonun düşmesini sağlayacaktır. Bu şekilde Türkiye demokrasi tarihinin azınlıkların hak ve hürriyetlerinin tesisi gibi ikinci temel meselesi de aşılabilecektir. AK Parti’nin bu bağlamda laikçi/ ulusalcı cephenin hassasiyetlerini dikkate alan bir yumuşama politikasına ihtiyacı var. Mamafih AK Parti ve muhalefet siyasi ortamı yumuşatmak isteseler dahi, işlerini zorlaştıracak, bir genel seçim baskısıyla karşı karşıya kalacaklar. Siyasi partilerin bu baskıyı aşabilecek bir liderlik ve siyasi akıl gösterebilip gösteremeyecekleri, Kürt sorunu dolayısıyla Türkiye’nin tarihine etki edecek bir kırılmaya yol açabilecektir. Bu bakımdan AK Parti’nin yeni anayasayı seçim gündemine taşıması kaçınılmaz görünüyor.

Referandum sonuçları, AK Parti dışında diğer siyasi partilerde bir iç tartışma ve yeniden yapılanmanın yolunu açabilir. Ancak burada CHP dışında, MHP’nin bir hareket alanı kaldığı söylenemez. CHP’nin Kılıçdaroğlu çizgisinde reformcu kimliğini pekiştirmesi ve hele başörtüsü sorununun çözümünde somut adımlar atılması CHP’nin MHP aleyhine büyümesi anlamına gelecektir. Bu bakımdan MHP’nin genel seçim stratejisinin Kürt sorunu etrafında gelişeceği şimdiden söylenebilir. Bu sorunun gelişimi MHP’nin kaderini de tayin edecektir.

Anayasa değişiklikleri ve referandum süreci, daha sonuçlar ortaya çıkmadan siyaseti dönüştürmeye başlamıştı Referandumun sonuçlarıyla yargının geriye çekilmesiyle siyasete yeni bir alan açılıyor. Siyasi partiler, referandum sonuçlarını tahlil ederek bu yeni siyasi alana yayılacak bir yenilenme ihtiyacı duyacaklar .2011 Temmuz’unda yapılması gereken genel seçimlerin baskısı ile yeni ortaya çıkan siyaset alanı arasındaki baskı, siyasi partilerin yenilenme performanslarını ve geleceklerini etkileyecek durumda. Sonuç olarak referandum, bürokratik vesayetin tasfiyesinin, demokratikleşmeye intibak edemeyen siyasi partilerin yenilenme ihtiyacının ve yeni siyasetin yolunu açtı.

Zaman, 13.09.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et