Yıkmak üzere birleşmek yetmemeli

7 Haziran seçimlerinin ortaya koyduğu en önemli sonuçlarından biri, Meclis’teki partilerin bir şeyi yıkmak üzere birleşmelerinin yetmediğiydi. Eğer iktidarı yıkmak üzere ittifak kuran partiler yıktıktan sonra “kurmak” üzere de birleşemiyorlarsa, işte böyle oluyor.

CHP, MHP ve HDP seçim öncesinde AK Parti’yi yıkma hedefi etrafında üzere birleştiler; bu ittifak sayesinde bir sinerji yaratıp AK Parti’yi azınlığa düşürmeyi başardılar.

Ama sonra?

Üç benzemez oldukları için birleşip bir koalisyon kuramadılar, böylece kendilerine oy verenleri de aldatmış oldular.

Bu mesele bundan sonra da önemli. Artık kimsenin savunmaya cesaret edemediği yüksek baraj bugün olmazsa yarın kalkacağına göre, gelecek meclislerimizin de dört partili olmasına, dolayısıyla koalisyonlara alışmalıyız.

Zaten, dünyadaki trend de aynı yönde… Çoğunluk iktidarları hızla tarihe karışıyor. Hiçbir parti kolay kolay oyların yüzde 51’ini alıp “kaya gibi” hükümetler kuramıyor. Bu tablo bir bakıma çağdaş toplumlarda yaşanan farklılaşma ve çeşitlenme eğiliminin siyasi alana yansıması.

Dolayısıyla, koalisyonlardan yakınıp durmak yerine, koalisyonların taşıdığı zaafları giderecek önlemler üzerinde düşünmek lazım.

Bu zaaflardan önemli bir tanesi şu:

Partiler aralarında anlaşıp koalisyon kuramadıkları için seçimden bir hükümet çıkmıyor ya da seçim öncesinde öngörülmeyen koalisyonlar oluşuyor. Seçmen bir partinin önüne koyduğu programı ciddiye alıp oy verdikten sonra, o parti o seçmenin hiçbir zaman desteklemeyeceği bir başka partiyle koalisyona gidip, bu iki programın tuhaf bir meleziyle karşısına dikiliyor. Dolayısıyla seçmenin siyasi iradesi hiçe sayılmış, kötü bir emrivakiyle karşı karşıya bırakılmış oluyor.

Evet, siyaset imkânlar ve uzlaşma meselesidir. Ama sandığa giden seçmenin uzlaşmanın kiminle ve ne koşullarda olacağını önceden bilmesi ve oyunu vermeden önce, buna razı olup olmadığına karar verebilmesi koşuluyla…

Peki bu nasıl sağlanabilir?

Aslında, hem seçim sonrası koalisyon kurulamaması problemini, hem de beklenmedik koalisyonlarla seçmene emrivaki yapılmasını önlemenin bir yolu var: Ön koalisyon…

Eğer siyasi partiler seçim ittifakı kuruyorlarsa, kurdukları bu ittifakı seçim öncesi koalisyonu haline getirmeliler.

Yani, seçmenlerine, eğer tek başına iktidar olamazlarsa hangi partiyle ya da partilerle ve nasıl bir protokol çerçevesinde koalisyon kuracaklarını seçim öncesi deklare etmeliler. Seçmenin karşısına iki bildirge ile çıkmalılar. Birincisi, tek başına iktidar oldukları takdirde uygulayacakları program, ikincisi ise azınlıkta kaldıkları takdirde koalisyon kuracakları parti ya da partilerle üzerinde anlaştıkları bir ön koalisyon protokolü…

Bu şekilde seçmen, koalisyonun hangi ortağına oy verirse versin, oy verdiği partinin kiminle koalisyon yapacağını bilir; oyunu verirken koalisyon programına da bakar. Seçim sonuçları toplum için daha az sürprizli hale gelir ve tabi bir de, koalisyon pazarlıkları seçim öncesinden yapılıp bitirildiği için, seçim sonrasında hükümet kurulamaması gibi bir durum da yaşanmaz.

Biliyorum, birçok siyasetçi bu öneriye liderlerin politik manevra imkânı daraltacağı endişesiyle karşı çıkacaktır. Oysa önerinin özü de zaten bu manevra imkânını kontrol etme ihtiyacından kaynaklanıyor. Seçmen, oy verdiği partinin direksiyonunda oturan kişinin verdiği adrese gitmesini istiyor. Direksiyona oturur oturmaz geri vitese takıp tam tersi yönde yola koyulmasından ya da tehlikeli manevralarla güzergâhtan ayrılıp bilinmez yollara sapmasından endişe ediyor. Bir an için bu sistemin 7 Haziran seçimlerinde geçerli olduğunu düşünün. AK Parti’yi yıkmak üzere ittifak cephesi kuran üç parti, iktidarı yıkmayı başardıkları takdirde hangi temelde birleşip nasıl olsalardı ne yaparlardı acaba?

Örneğin, MHP seçim öncesinde “HDP’nin olduğu hiçbir yerde olmam, dışarıdan desteği de kabul etmem” deseydi; ya da HDP “MHP’li bir koalisyona katılabileceğini” deklare etseydi, oyları nasıl etkilenirdi?

Ve bugün, 1 Kasım seçimlerinde yine AK Parti’ye ve Erdoğan’a düşmanlık temelinde oluşturulan cephenin unsurları, neyi yıkacakları kadar, neyi kuracaklarını da söylemek zorunda kalsalar ne söylerlerdi?

Bu yazıyı okuyanların “Sen hangi ülkede yaşıyorsun, bu ülkede böyle bir şey mümkün mü?” diyeceklerini bile bile yazdım bu yazıyı.

Zihinlerimizi gerçekleşebilir olanla sınırlamanın yarattığı kısırlaşmayı bir nebze olsun aşabilmek için…

Akşam, 03.10.2015

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et