Yeni dönemde milli eğitimin temel ilkeleri nasıl olmalı?

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin eğitim hakkını tanzim eden maddelerinin bazı bölümlerini 1954 yılında çekince koyarak imzalayan ülkeler arasındadır. Türkiye’nin çekincesi: ‘İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi’ne Ek Protokol’ün 2. Maddesi 3 Mart 1924 tarihi ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun hükümlerini ihlal etmez’ şeklindedir. Bilindiği gibi sözleşmenin Ek 1 Nolu Protokol’ün 2. maddesinde eğitim hakkı koruma altına alınmıştır. Çekince konulan madde metni kısaca ‘Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkına saygı gösterir’ der. Bu madde, 1924 yılında dönemin şartları gereği yürürlüğe sokulan 430 sayılı yasaya aykırılık arz etmektedir.

MEB TEŞKİLAT KANUNU NE DİYOR?

Türkiye benzer çekincelere rağmen son yıllarda eğitim alanında önemli adımlar da attı. Bunlardan en önemlisi 3797 sayılı, 1992 tarihli Milli Eğitim Teşkilat Kanunu’nda yaptığı değişikliktir. Bu yasaya göre MEB’in görevi, ‘Atatürk inkılap ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan…’ diyerek devam eden madde idi. Görüldüğü gibi MEB’in görevi evrensel değerler üzerinden gitmeyen daha çok ideolojik ve dar bir milliyetçilik anlayışına göre şekillenmekteydi. Yapılan değişiklikle 3797 sayılı 2011 tarihli yasa; ‘Okul öncesi, ilk ve orta öğretim çağındaki öğrencileri bedenî, zihnî, ahlakî, manevî, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek’ şeklinde değiştirilmişti.

Milli Eğitim Bakanlığı bu değişiklikle ileri bir adım atıp insan haklarını ve çocuğu merkeze alan, ona bir ideoloji dayatmaktan kaçınan, ‘Türkiyelilik kimliği’ üzerinden hiç kimseyi dışarıda bırakmayan bir görev tanımı yapmıştır. Ne var ki eğitim sisteminin her derecesinde etkin olan dolayısıyla eğitim hayatının bütününü tanzim eden 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu birçok çelişkiyi bünyesinde taşımasına rağmen hâlâ yürürlüktedir.

BİREYİ DEĞİL DEVLETİ KORUYAN KANUN

Türkiye’de eğitim 14.06.1973 yılında kabul edilen ve hala yürürlükte olan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu çerçevesinde çizilen bir anlayışla yürütülmektedir. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda geçen genel amaçlara, arkasından sıralanan Türk Milli Eğitiminin Temel İlkeleri’ne biraz yakından bakıldığında amacın bireysel özgürlüklerin geliştirilmesi noktasında değil daha çok devleti korumak yönünde kurgulandığını ve devletin eğitim aracılığıyla bir değer/ideoloji aşılama gayreti içersisinde olduğunu görüyoruz. Halen yürürlükte olan kanunun 2.Maddesi; Türk Milli Eğitimi’nin genel amacı, Türk milletinin bütün fertlerini;

1-(Değişik: 16/6/1983 – 2842/1 md.) ‘Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan…’ di-yerek devam eder. Kanuna 1983 yılında bazı eklemeler yapılmıştır. İkinci maddenin 1. fıkrasında aynı konu olduğu halde yeni bir paragraf açılmış ve 10. madde eklenmiştir.

Madde 10. Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkeleri ve Anayasa’da ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır. Milli ahlak ve milli kültürün bozulup yozlaşmadan kendimize has şekli ile evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesine ve öğretilmesine önem verilir. Milli birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin, eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir; çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zenginleşmesine çalışılır ve bu maksatla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile işbirliği yapılarak Milli Eğitim Bakanlığınca gereken tedbirler alınır. (<http://mevzuat.meb.gov.tr/html/88.html>)

1982 Anayasanın eğitim hakkını tanzim eden 42. Maddesiyle de paralellik arz eden 1739 sayılı kanunun dünyanın bugün geldiği noktadaki değişimlerin gerisinde olduğu ve hayatın hızını yakalamakta yetersiz kaldığı görülmektedir. Konuyla ilgili olarak Ömer Çaha, ‘öncelikle herkesin üzerinde anlaştığı, hemfikir olduğu bir Atatürk ilke ve inkılâpları anlayışının olmadığına’ dikkat çeker. Bakıldığında Türkiye’de çok farklı Atatürkçülük anlayışlarının olduğu da herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan Çaha, şu tespitlerde bulunur: ‘Atatürk ve onun devrimi bazı şeyleri sembolize eder. Modernleşmeyi, asrileşmeyi, batılılaşmayı vs. sembolize eder. Ama hem sembolize ettiği değerlerin farklı açılımları, hem de Atatürkçülük olarak ileri sürülen ideolojinin, dünya görüşünün farklı tanımları söz konusudur. Yine bütün toplumun sadece belli bir anlayışa göre eğitilmesi, modern dünyayla, demokrasiyle, sivil toplumla, özgürlüklerle telif edilebilecek bir şey değildir. Farklı bilgiler, hakikatler, inançlar, dünya görüşleri söz konusu olacağına göre, devletin bunların içinden sadece birini eğitim anlayışı olarak topluma dayatması doğru değildir. Bu anlayış, tüm anlayışların en doğrusu, en hakikisi olsa bile bütün bireylerin tek bir anlayışa mahkûm edilmesi kanaatimce doğru değildir.’

Ayrıca metinde geçen ‘çağdaş bilim ve eğitim’ ifadeleri de problemlidir. Çünkü günümüzde cumhuriyet döneminde yer eden pozitivizm bugün pek itibar gören bir bilimsel yaklaşım değildir. Diğer taraftan Atatürk inkılâp ve ilkeleri Cumhuriyetin kuruluş koşullarında toplumsal değişimin acil öncelikleri doğrultusunda atılacak adımları ve o günün koşullarındaki toplumsal değişimin özelliklerini yansıtırlar. Bu ilkelerin günümüz toplumsal değişim süreci için ne anlama geleceği oldukça tartışmalı bir konudur.

DEMOKRASİ EĞİTİMİNİN ÖNEMİ

Yasanın 11. Ve 12. Maddesi de sorunludur. 11. Madde; ‘Güçlü ve istikrarlı, hür ve demokratik bir toplum düzeninin gerçekleşmesi ve devamı için vatandaşların sahip olmaları gereken demokrasi bilincinin, yurt yönetimine ait bilgi, anlayış ve davranışlarla sorumluluk duygusunun ve manevî değerlere saygının, her türlü eğitim çalışmalarında öğrencilere kazandırılıp geliştirilmesine çalışılır; ancak, eğitim kurumlarında Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine aykırı siyasî ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasî olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez’ demektedir.

Bu ilkede ortaya konan anlayışın demokratik kültürle ilgisi olmadığı açıktır. Çünkü bu ilkede demokrasi eğitimi adı altında aslında tek tip insan yetiştirme iradesi ortaya konmaktadır. Özelikle ancak diye başlayan cümlelerden sonra asıl verilmek istenen mesajın; ‘resmi ideolojinin sorgulanmasına yol açacak tartışmalara girmeyin’ şeklinde okunmaktadır. Bakıldığında ‘Demokrasi eğitimi’ adı altında böyle bir mesajın verilmesi kuşkusuz özgürlük ilkeleriyle bağdaşmayan bir durumdur.

Yasanın 12. Maddesi de laiklik ilkesini düzenlemektedir. ‘Türk millî eğitiminde lâiklik esastır. Din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretimi ilköğretim okulları ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.’şeklinde ifade edilen maddedeki ilke de kendi içerisinde tutarsız olduğu bir gerçektir. Çünkü laik bir ülkede din derslerinin zorunlu dersler arasında yer alması başka türlü izah edilemez. Bakıldığında laiklik, Cumhuriyet döneminde yeni bir ulus yaratma çabaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve pozitivizmin kıskacında, çağdaş, aydınlamacı, akılcı ve çağdaş bir insan prototipi peşindedir. Oysa laik bir ülke, farklı inanç biçimlerini karşı karşıya getirmez ve belirli bir inancı zorunlu kılmaz. Çocuğu kendi inanç biçimine göre şekillendiremez. Aksine toplumu din çatışmalarından korur. Mümtazer Türköne’nin de ifade ettiği gibi laikliğin koruduğu devlet değil, toplumdur. Benzer çelişkileri bünyesinde taşıyan eğitimin temel ilkeleri üzerinde ciddi manada durulması gerekmektedir.

EĞİTİMİN GENEL AMAÇLARI NASIL OLMALI?

Kısacası tek-tip insan yetiştirmeye endeksli bir eğitim sisteminden bireyin özgürleşmesini, ufkunun ve hayal gücünün genişlemesini beklemek neredeyse imkânsızdır. Bu bakımdan Eğitim politikaları, uygulamaları ve planlamaları öğretmen, öğrenci, veli ve idareci ilişkileri kesinlikle demokrasi ve özgürlük sorunuyla birlikte ele alınmalıdır. Öğrencilere bürokrasiye itaat değil özgürlük değeri kavratılmalı ve eğitim ‘organik eğitim’ anlayışı çerçevesinde yeniden tanzim edilmelidir. Yani eğitimin genel amacı bireyi tektipleştirmek ve belirli bir ideolojiyi aşılamak yönünde işlev görmemelidir. Bilakis bireyin yeteneklerini açığa çıkartan, hayata özgürce bakabilen, hayal gücü yüksek bireyler yetiştirme yönünde işlev görmelidir. Demokratik ülkelerin eğitim sistemlerinde ideolojik vurgular yoktur. Örneğin Hollanda’da eğitimin genel amacı,’ çocukların hayatlarını bağımsız bir şekilde idame ettirebilmeleri için gerekli olan temel bilgi ve becerileri kazandırmaktır’ şeklinde özetlenir.

Yeni eğitim reformuyla birlikte Türkiye’de acilen çok yönlü ve kültürlü eğitim politikaları devreye sokulmalıdır. Başında da ifade ettiğimiz gibi Türkiye artık uluslararası sözleşmelerin bazı maddelerine koyduğu çekinceleri de kaldırmalıdır. Bu anlamda bazı yasaların değiştirilmesi önem arz etmektedir. Eğitim mutlaka bireyi özgürleştiren bir işleve sahip olmalıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 26 maddenin 2.paragrafı eğitimin amaçları çerçevesinde; ‘Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli’ der. Bu anlamda Türkiye’de eğitimin dayandığı temel felsefe ciddi anlamda gözden geçirilmelidir. Özellikle 1973 yılında kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu dünyaya, gelişmelere ve yeniliklere ayak uyduran bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmelidir Türkiye kentli ve modern bir toplum olma yolunda hızla ilerlemekte olan bir ülke. Yaşanan bunca olumlu gelişmenin arasında eğitim kesinlikle atlanmamalıdır.

Yeni Şafak, 27.08.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et