Yeni anayasa için yol haritası

Prof. Dr. ERGUN ÖZBUDUN

Yeni anayasa çalışmalarında ‘Partiler Arası Uyum Komisyonu’ yöntemi yeniden uygulamaya konulmalı, komisyonda TBMM’deki partiler eşit sayıda milletvekili ile temsil edilmeli, ancak oybirliği şartı aranmamalı ve komisyonun çalışmaları belli bir süre ile sınırlandırılmalıdır.

12 Haziran seçimlerinin AK Parti açısından tartışılmaz bir zafer teşkil ettiği açıktır. O kadar ki, AK Parti’ye en koyu muhalif olan çevreler bile bunu teslim etmektedir. Üstelik, bazı geçmiş seçimlerde olduğu gibi, bu sonucu halk çoğunluğunun “bidon kafalı” oluşuyla açıklayan veya yenik futbol takımı teknik direktörlerinin “top küçüktü, kale büyüktü, hakem de iki penaltımızı vermedi” tarzı beyanlarıyla değersizleştirmeye çalışan yorumlara pek rastlanmamaktadır. Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçimlerden sonra AK Parti’yi kutlaması, çok alışık olmadığımız nazik ve olumlu bir jesttir. Seçim sonuçlarının sosyolojik analizini başka bir yazımda ele almayı ümid ediyorum. Burada, daha çok, bu sonuçların muhtemel yeni anayasa senaryolarını nasıl etkileyebileceği konusu üzerinde duracağım.

Her şeyden önce, AK Parti’nin “sihirli” 330 sayısının biraz altında kalmış olması sanıldığı kadar önemli değildir. Bu sayıya erişmek, salt hukuki açıdan önem taşısa bile, AK Parti’nin meselâ 335 milletvekilliliğiyle anayasa yapımı sürecini tek başına yürütmesi ve kendi anayasal tercihlerini dayatması, siyasal açıdan neredeyse imkânsız olurdu. AK Parti’nin böyle bir yol izlemesi, ancak 360 civarında, özellikle 367 üzerinde milletvekilliği elde etmesi halinde, siyaseten mümkün olabilirdi. Bu ise, ancak MHP’nin baraj altında kalması ile gerçekleştirebilirdi.

Partilerin anayasa vizyonu

Bugünkü sandalye dağılımı tablosunda yeni anayasa, ancak partiler arası müzakere ve uzlaşma yöntemiyle mümkün olabilecek gibi görünmektedir. Sayın Erdoğan’ın balkon konuşmasında “Kemal Bey’in kapısını çalacağım” demesi, Sayın Kılıçdaroğlu’nun da bundan mutluluk duyacağını ve TBMM başkanının öncülüğünde kurulacak bir ‘Partiler-Arası Uyum Komisyonu’na üye vereceğini ve çalışmalarına katkıda bulunacağını belirtmesi (Fikret Bila’ya verdiği demeç, Milliyet, 14 Haziran) cesaret verici adımlardır. Bu ifadelerle CHP, böyle bir komisyona katılmamak konusunda 2007’den beri sürdürdüğü reddiyecî tutumunu terk etmiş görünmektedir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu beyanı, aynı zamanda son günlerde CHP’nin anayasa vizyonunu açıklayan sözcülerinin bazı ifadelerinden doğan zihin karışıklığını da ortadan kaldırıcı niteliktedir.

Hatırlanacağı gibi, bu sözcülerden biri (Prof. Süheyl Batum), “yeni anayasanın, yalnızca yeni anayasanın yapımıyla görevli sivil toplum örgütleri, baraj gözetilmeksizin tüm siyasi partiler, üniversiteler ve diğer kesimlerden oluşan ‘Anayasa Meclisi’ tarafından yürütülmesi gerektiğini” belirtmiştir (http://www.chp.org.tr/?p=28368). Bilindiği üzere buna benzer bir öneri, 2008 Haziranı’nda TÜSİAD tarafından öne sürülmüş, ancak pek fazla taraftar bulamadan halen gündemden düşmüştür. Hele katılma oranının yüzde 87 olduğu 12 Haziran seçimlerinin, oy kullanan seçmen kitlesinin yüzde 95.5’ini temsil eden bir parlamento yarattığı düşünülürse, bu meclisin yeni bir anayasa yapacak temsil kabiliyetine sahip olmadığı elbette iddia edilemez. Nihayet, böyle bir önerinin, AK Parti çoğunluğunca kabul edilmesi ihtimali sıfır olduğuna göre, özel bir Anayasa Meclisi yönteminde ısrar edilmesi, anayasa yapımı sürecini baştan itibaren tıkamak anlamına gelecektir.

İşi yokuşa süren girişimler

CHP’nin “Anayasa Vizyonu”nu açıklayan parti sözcülerinden Prof. Binnaz Toprak da, birinci öncelik olarak bir “Anayasa Meclisi”ni savunmakla birlikte, bu gerçekleşemediği takdirde, barajı aşamayan partiler ve STK’ların birer ikişer temsilci gönderebileceklerini ifade etmiştir (Taraf, 9 Haziran 2011). Bu “birer ikişer” temsilcinin sadece görüşlerinin dinlenmesi amacıyla mı, yoksa oy hakkına sahip, dolayısıyla karar alma sürecinin bir parçası olarak mı gönderilecekleri açık değildir. Eğer bunlardan ilki doğruysa, aşağıda açıklanacağı gibi bugünkü mevzuat zaten buna imkan vermektedir. Yok eğer ikincisi kastediliyorsa, bu ancak bir anayasa değişikliği ile gerçekleştirilebilir ki, buna siyaseten imkan olmadığı açıktır.

Dolaysıyla, Sayın Kılıçdaroğlu’nun yukarıda alıntıladığımız demeci, bu zihin karışıklığını bertaraf etmesi açısından çok yararlı olmuştur. Aksine bir tutum, CHP’nin bütün seçim kampanyası boyunca tekrarladığı yeni anayasa vaatlerini tümüyle inkârı anlamına gelirdi. Gene de, ana muhalefet partisinin, bu kadar hayatî bir konuda tek sesle konuşması temenni edilirdi.

Partiler Arası Uyum Komisyonu

Yeni anayasa çalışmalarında şu anda görünen en mâkul ve gerçekçi senaryo, ‘Partiler Arası Uyum Komisyonu’ yönteminin yeniden uygulanmaya konulmasıdır. Bu komisyonda, 2001’de olduğu gibi, TBMM’de grubu olan partiler eşit sayıda milletvekili ile temsil edilmeli, ancak oybirliği şartı aranmamalı ve komisyonun çalışmaları belli bir süre ile sınırlandırılmalıdır. Oybirliği şartının aranması, anayasa yapımı çalışmalarını daha baştan sonuçsuz kalmaya mahkûm eder; çünkü birçok ihtilaflı konuda, özellikle Kürt sorununda ittifak sağlamak mümkün değildir. Öte yandan komisyon, elbette parlâmento dışında kalan partilerin (meselâ en az yüzde bir veya yüzde 0.5 oy almış olanların) ve belli başlı STK’ların temsilcilerini çağırabilir. TBMM İçtüzüğü’nün 30. maddesi, “Komisyonlar fikirlerini almak üzere uzmanlar çağırma yetkisine sahiptirler” hükmünü ihtiva etmektedir. Geçmişte de kullanılmış olan bu yetkinin, bir “centilmenler anlaşması” ile daha geniş ölçüde kullanılmasına hiçbir hukukî engel yoktur. Zaten bu konuda iki büyük partinin liderlerinin tutumları da paralel niteliktedir. Sayın Başbakan, balkon konuşmasında, “ana muhalefet ve muhalefete gideceğiz. Kabul buyururlarsa oturur uzlaşmayla, parlâmento dışındaki partiler, STK’larla, akademisyenlerle, bu konuda sözü olanlarla en geniş kapsamda istişare ve uzlaşma arayışı içinde olacağız” demiştir (Milliyet, 13 Haziran 2011). Sayın Kılıçdaroğlu da, yukarıda alıntıladığımız demecinde, “sivil toplum kuruluşlarının da görüşlerinin alınması gerekir”  diyerek sürecin, katılmacı ve uzlaşmacı olması gerekliliğine işaret etmiştir.

Partiler Arası Uyum Komisyonu’nda ne ölçüde bir uzlaşma çıkabileceğini bugünden kestirmek elbette mümkün değildir. Herkesin bildiği gibi, müzakere sürecinin yumuşak karnı, Kürt sorunudur. Din ve vicdan hürriyetinin sınırları, silahlı kuvvetler üzerinde sivil gözetim ve denetimin güçlendirilmesi, siyasi parti yasaklarının Avrupa standartlarına uygun olarak asgari düzeye indirilmesi, YÖK vb. ihtilaflı olabilecek diğer konularda oldukça geniş bir oydaşmaya varmak, nispeten kolay görünmektedir. Benzer şekilde, AK Parti’nin, mevcut sandalye dağılımı ile, başkanlık veya yarı-başkanlık sistemi yönünde bir anayasa değişikliğinde ısrar etmesi, muhtemel değildir. Kürt sorununun uzlaşmacı ve demokratik biçimde çözümü ise, başka bir yazımda ele almayı ümid ettiğim gibi, üç temel aktör (AK Parti, CHP ve BDP) bakımından gerçek bir siyasal sağduyuyu, vizyonu, cesareti ve uzlaşma zihniyetini zorunlu kılmaktadır.

Star,

23.06.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et