Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimi konusu Anayasa Değişikliği Paketi’nin en can alıcı tartışması haline gelmiş durumda.Pakete karşı olanlar var güçleriyle Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinden 3’ünün Meclis tarafından seçilmesinin mahkemeyi siyasete bağımlı hale getireceğini ve bunun kuvvetler ayrılığı açısından kabul edilemez olduğunu vurguluyorlar.
Oysa bugün dünyada hukuk teorisyenleri arasında tam tersi bir endişe giderek büyümekte.
Nedir bu endişe?
Anayasa mahkemelerinin meclisten dolayısıyla siyasetten “bağımsız” olmasının demokrasiyle çeliştiği endişesi…
Bilindiği gibi, Anayasa dediğimiz metin dünyanın her yerinde hukuki olmaktan çok politik bir metin. Toplumu oluşturan bireyler, ortak yaşamanın kurallarını belirlemek üzere bir ilkeler dizisi hazırlıyor ve buna anayasa diyorlar.
Peki, sonra ne oluyor? Bu anayasanın nasıl anlaşılması ve nasıl yorumlanması gerektiğine toplumdan ya da temsilcilerinden tamamen kopuk bürokratik bir yargıçlar kurulu karar veriyor.
Zaten dananın kuyruğu da bu noktada, yani yorumlama sırasında kopuyor.
Ünlü bir hukukçunun dediği gibi, “Engizisyon’un İncil’i, Lenin ve Stalin’in Marx’ın eserlerini, Hitler ve Nazilerin Nietzsche’nin yazdıklarını ve Usame Bin Ladin’in Kur’an’ı yorumlamalarının nelere yol açtığını hatırlamak bile, metin yorumunun ölüm kalım meselesi olabileceğini” göstermiyor mu?
Demek ki, Anayasa yorumu hayati bir konu. “Bir ülkede iktidarın kullanımını ve dağılımını düzenleyen, temel hak ve hürriyetleri güvenceye almak için iktidarı etkili bir şekilde sınırlamayı hedefleyen bir metnin ne anlama geldiğine kimler tarafından ve nasıl karar verildiği işin en can alıcı noktasını teşkil ediyor.” (Zühtü Arslan, Anayasa Mahkemesi’nin yorum tekeli, yargısal üstünlük ve demokrasi) Çoğunlukla, genel, soyut ve belirsiz olduğu kabul edilen anayasa hükümlerinin yorumunu, Anayasa yapma yetkisi olan seçilmiş organlardan tamamen kopuk bürokratik bir kurumun yapması sonuçta anayasa yargısının halkın iradesinin karşısına dikilmesiyle sonuçlanabiliyor.
Bunun en tipik örneği bizim Anayasa Mahkemesi’nin yıllardır ısrar ettiği laiklik yorumunun bugün halkın çok büyük çoğunluğu tarafından reddedildiği halde, halen halkın din ve ibadet özgürlüğüne karşı acımasız bir tırpan olarak kullanılabilmesidir.
İşte bu yüzden, bugün Batı’nın önde gelen birçok hukuk teorisyeni, anayasaların halk veya temsilcileri yerine bürokrasi tarafından yorumlanmasının demokrasiyle bağdaşmayacağını düşünüyor; Anayasa yargısının meşruiyet kazanması için seçilmiş organlarla -yani siyasetle- mutlaka bir bağ kurması gerektiğini savunuyor.
Yani bizdeki muhalefetin “Yargı siyasallaşıyor” feryatlarının tam tersine, özellikle anayasa yargısının siyasal olanla; yani halkın talepleriyle iletişim içinde olması için yollar arıyor, ancak böylece belli bir meşruiyet kazanabileceğini savunuyor. Zaten Avrupa ülkelerinin hemen hemen tamamında yüksek yargı organlarının üye seçiminde parlamentolara önemli bir pay verilmesinin sebebi de bu düşünce. Örneğin bugün demokrasinin inşa sürecini yaşamakta olan eski Doğu Avrupa ülkelerinin yeni kurulan anayasa mahkemelerinin hemen hepsinde bütün üyeler parlamento tarafından seçiliyor. Bazı eski Avrupa ülkelerinde ise -Hollanda gibi- anayasa mahkemesi hiç yok. (2002 tarihli Hollanda Anayasası’nın 120. maddesi şöyle: “Kanunların ve antlaşmaların anayasaya uygunluğu mahkemeler tarafından incelenemez (denetlenemez.)”
Hal böyleyken, hazırlanan Anayasa değişikliği paketinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin sadece 3’ünün Meclis tarafından seçilmesi önerisini, yargının hükümetin kontrolüne girmesi diye nitelemenin ve hukuk devleti elden gidiyor diye kıyamet kopartmanın amacı nedir?
Anayasa Mahkemesi’nin şimdiye kadarki icraatı göz önüne alındığında apaçık ortadaki bu gürültünün amacı yargıyı siyasetten “korumak” değil; seçilmişlerin siyasetinden koparıp atanmışların siyasetine bağlı durumunu sürdürmektir Bir başka deyişle, rahatsız olunan şey Anayasa Mahkemesi’nin siyasileşmesi değil, bürokratik elitin oluşturduğu devlet siyasetinden kopup seçilmiş parlamentoların oluşturduğu demokratik siyasetlerle ilişkilendirilmesidir.
Zira hepimiz gayet iyi farkındayız ki, bizim Anayasa yargısı ne yaparsanız yapın asla bugünkünden daha siyasi olamaz.
Bugün, 26.03.2010