Yargı sosyolojiye mani olamaz

Başörtüsü konusunda çok yazıldı çizildi. Artık gına geldi. Tekrara gerek yok. İşin özü şudur: Başörtüsü yasağı hukukî (de jure) değil, fiilî (de facto) bir yasaktır. Fiilen konulmuş yasak fiilen kaldırılıyor ve kaldırılacaktır.

Zaten üniversitelerde -birkaçı hariç- bu fiilî yasak fiilen sona erdirilmiştir. YÖK’ün yerinde kararıyla sınavlarda da bu hukuksuz ve vicdansız yasak kaldırılmıştı. Doğal olan budur; hukukî olan budur; vicdanî olan budur. Buna yargı makamlarının hukuku zorlayan, hatta hukuku ayaklar altına alan yorumları mani olamaz.

Çünkü başörtüsü, organik, canlı bir olgudur. Bir vakıadır. Bir realitedir. Hem teorik olarak hem pratik olarak sabittir ki, sosyoloji hukuka değil hukuk sosyolojiye tabidir. Hukuk, sosyolojinin peşinden gider; sosyalin/toplumun meşru gördüğünü yasama organı hukuk haline getirir. Yargı da buna saygı duyup uyuşmazlıklarda uygular.

Zaten ülkemizde başörtüsü hiçbir zaman hukuken yasaklanmamıştır. Hukuk sosyolojiye, realiteye uymuştur. Tek parti döneminde bile başörtüsünü yasaklayan bir kanun çıkarıl(a)mamıştır. Başörtüsü yasakları genellikle fiilî yollarla ya da idarenin düzenleyici işlemleriyle yasaklanmış… Bunlar da demokratik düzene geçilince ortadan kaldırılmıştır.

Dünya değişiyor… Kırk yıllık Arap diktatörlükleri bile özgürlüğün önünde duramıyor. Doğu blokundan sonra diktatoryal Arap rejimleri de yolun sonuna geldi. Bu kadar ilerlemeden sonra geriye gidiş mümkün değildir. Kaldı ki, Türkiye, bu ülkelerden çok daha önceleri özgürlüğü ve demokrasiyi tattı…

Bu ilerlemelere karşın Türkiye’de, hâlâ anakronik bir dünyada yaşayan; aklı ve vicdanı tek parti döneminin kodlarına ayarlı bir kısım odaklar hayata ve realiteye direniyorlar. Özellikle Danıştay’ın belli bir dairesi sürekli hassas konuları kaşıyarak provokasyonlara davetiye çıkartıyor. Yüksek yargı, on yıllarca bekleyen terör davalarını görüşüp karara bağlamak yerine bu tür ideolojik davaları öncelikle gündemine alıyor.

Şu realiteyi görmeleri gerekiyor: Ulusalcı/baskıcı/kapalı ideolojiler ilerlemeye manidir. Hem reel dünyanın gelişmeleri hem teorik dünyanın verileri baskıcı/yasaklayıcı rejimlerin sonunu ilan ediyor… Yargıdaki bir kısım odaklar savaşın bittiğinden habersiz askerlere benziyorlar… 12 Eylül referandumu “ideolojik yargı” ile halkın bir hesaplaşmasıydı. 12 Eylül onayıyla anayasaya “yargı yerindelik denetimi yapamaz” hükmü girdi. Ancak Danıştay, Anayasa’nın bu açık hükmünü çiğneyip yerindelik denetimi yapmıştır. Açıkça Anayasa’ya aykırı bir karar olduğundan bu karar “yok hükmünde”dir. Davacının dava açmaya ehil olmadığı da ayrı bir konu…

Bazıları 12 Eylül referandumu olmamış gibi davranıyor. Şimdiye kadar ötekileştirerek kenara/çevreye mahkûm ettikleri kesimlerin merkeze ve hayata dönmelerine tahammül edemiyorlar. Tamamen sosyolojik ve ekonomik dinamiklerden kaynaklanan siyasal ve sosyal gelişmeleri bir türlü hazmedemiyorlar. Tapulu malları olarak gördükleri kamu makamlarının ve kamu kaynaklarının onların tekellerinden çıkmasını hazmedemiyorlar.

Ama artık alışsalar iyi ederler. Dünya artık eski dünya değil. “İki savaş arası rejimler” olarak adlandırılan faşizan rejimler dünyanın her tarafında sona erdi. Zamanın ruhu, faşist rejimlerin değil demokratik rejimlerin yanında. Bu demokratik trendin önünde hiçbir güç duramaz. İnsan haklarına, demokrasiye ve özgürlüklere aykırı başörtüsü yasağı er-geç ve “tamamen” sona erecektir. Buna alışsalar iyi olur…

Bu ülkeyi yargı yönetmiyor. Ülkenin rejimi jüristokrasi değil. Yargı, “vazı-ı kanun” (kanun koyucu) değildir. Kendiliğinden hüküm ihdas edemez; idarenin yerine de geçemez. Hem cumhuriyete hem demokrasiye aykırı bir şekilde yargının bizzat yönetime müdahil olmasını hiçbir hukuk teorisi caiz görmez. İlkel dönemlerin “hukuk”u bile…

Zaman – Yorum, 21.01.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et