Türkiye’nin son 20 yıldaki en büyük ekonomik tartışması, Akparti hükümetlerinin gerçekleştirdiği “yap-işlet-devret” modeliyle yapılan yatırımlar oldu. Bu yatırımlar arasında yollar, köprüler, havaalanları, şehir hastaneleri, enerji santralleri var. Bunlardan en son faaliyete geçeni 18 Mart Çanakkale köprüsüyle tartışmalar daha da alevlendi.
Bu tür yatırımlar dünyanın her tarafında uygulanıyor. Sanırım böyle yatırımlara bizim ülkemizdeki gibi karşı çıkışlar olmuyordur. Muhaliflerin bu yatırımlara karşı çıkmalarının en temel sebepleri, taahhütlerin döviz bazlı, kullanım garantili ve uzun süreli olması üzerine yoğunlaşıyor. Yani bu yatırımların kamunun uhdesine geçmesinin çok geç olduğuna vurgu yapıyorlar. Bu yatırımların yapılması konusunda pek bir itirazları olmuyor gibi. Bir başka itirazları da, bu projeleri üstlenen veya ihaleleri kazanan firmaların, aynı beş inşaat şirketi olduğu yönünde oluyor.
Bu projeleri yapmadan önce şunlara karar vermek gerekiyor;
- Bu projeler gerekli mi, gereksiz mi?
Gereksizse yapılmayacaktır. Gereksiz olanlar yapılırsa, muhalefetin “neden yaptın” diye sorması gerekir. Şayet “gerekli” kararı alınmışsa önümüze iki yol çıkar;
- Bu projeleri yapalım mı yapmayalım mı?
“Yapmayalım” kararı çıkarsa problem yok. “Yapalım” kararı alınırsa önümüze iki yol çıkar;
- Bu projeleri devlet kendi mi yapsın, özel sektöre mi yaptırsın?
Devlet kendi yapsın diye karar alınırsa önümüze yine iki yol çıkar;
- Devlet bunu uzun vadede, topladığı vergilerden mi yapsın, yoksa borç bulup kısa zamanda yapıp, uzun seneler o borcu mu ödesin?
Şayet Özel Sektöre yaptıralım kararı alınırsa yine karşımıza iki yol çıkar.
- Yap-İşlet mi olsun, Yap-İşlet-Devret mi olsun?
“Yap-İşlet” modeli bizim ülkemizde pek geçerli ve kullanışlı değil.
- “Yap-İşlet-Devret” modeli tek seçenek olarak kalıyor. Çünkü devletin, ülkenin hazine topraklarında yapılan yatırımın sahibinin mutlaka kendisi, yani millet olsun isteniyor.
Bu modele karar verilirse yine iki seçenekle karşı karşıya kalıyoruz;
- Yap-İşlet-Devret modeli Türk Lirası üzerinden mi olsun yoksa döviz üzerinden mi?
Türk Lirası seçeneğine değil yabancı firmalar, yerli firmalar bile yanaşmıyor.
- O zaman “döviz cinsinden” modeli tek seçenek olarak kalıyor.
Dövizli seçenek kabul edilirse karşımıza bir problem çıkıyor. Yatırımı yapan firmaya yaptığı masraf nasıl ödenecek?
Yine iki seçenekle karşı karşıyayız.
- Ya devlet, hazinesinden aylık/yıllık taksitler halinde sabit ödeme yapacak ya da, bu yatırımlar çalışmaya başlayıp, kullanımından toplanan para düşüldükten sonra, ihale sürecinde anlaşılan miktarın geri kalanını devlet aylık/yıllık taksitler halinde ödeyecek. Yani şu anda uygulanan sistem.
Son seçeneğe karar verilirse önümüzde tek seçenek kalıyor.
- Bu konuyla ilgili uluslararası ihale açmak. İhalenin açık ve şeffaf olması ise üzerinde hiçbir tartışma götürmeyecek bir şart.
İhaleler yapılmış, katılan konsorsiyumlar kendileri için en uygun teklifleri vermiş, pazarlıklar yapılmış, taahhütler alınmış, inşaatlar başlamış ve projeler söz verildiği tarihlerde sonlandırılıp çalışmaya başlamış. Yap-İşlet-Devret modelinin tabii sonucu, firmanın yaptığı yatırımın karşılığını bir an önce almaya çalışmasıdır. Dolayısıyla taahhüt ettiği tarihten önce bitirmek kendi avantajınadır. Yatırımı, devletin kendi hazinesinden yapması halinde ise böyle bir avantaj yoktur. Çünkü ne devlet için ne de inşaatı üstlenen firma için, yatırımı bir an önce bitirmeye yönelik bir müşevvik yoktur. Hatta gecikmesi müteahhit firmanın avantajına bile olabilir.
Bugüne kadar yapılan bütün bu tür yatırımlar mutlaka isabetli olmuştur denilemez. İsabetsiz olanı var, örneğin Zafer Havaalanı. %100 isabetli olanı da var, örneğin Avrasya tüneli. İsabetli olup olmadığı hemen bugünden tespit edilemeyecek olan, ama ileride “iyi ki yapılmış” dedirtecek olan yatırımlar da var, örneğin Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Osmangazi köprüsü. Hiç yapılmaması gerekeni de (henüz niyet aşamasında olsa da) var, örneğin Kanal İstanbul.
İktidara gelmek isteyen bütün partiler, programlarında, vaatlerinde, seçim meydanlarında halka, “biz iktidara gelirsek ülkeyi kalkındıracağız” der. Üç aşağı beş yukarı da her parti bugüne kadar yapılan bu tür projelerin aynısını veya eşdeğer benzerlerini yapacağını vaat etmiştir. Ama muhalafet, her zaman iktidarı eleştirmek için de, kendinin de bu tür vaatler verdiğini unutarak, iktidarın yaptıklarını yerden yere vurur.
Ama çok manidar bir kesim daha var ki, onlar tarihin her döneminde yapılan her yatırıma, muhakkak, peşin peşin karşı çıkmışlar, ta ki Adnan Menderes’in yaptığı imar faaliyetlerinden, geniş yollardan başlamak üzere, Boğaziçi Köprüsü’ne, FSM Köprüsü’ne, Marmaray’a (ki bunlar döviz bazlı YİD modeliyle değil, hazineden ve borçlanarak yapılmıştı) ve son yapılan bütün YİD modeli yatırımlara kadar. Yani o kesimin karşıtlığı sadece YİD modeline veya döviz ödemeli olmasına veya kullanım garantili olmasına değil, yatırım yapılmasına olduğunu görüyoruz.
Son söz, şayet tahayyül aşamasındaki projelerin yapılmasına karar verildiyse önümüze çıkacak seçeneklerin çok fazla çeşidi yok. Hiç bir iktidar adayı da, yukarıdaki seçeneklerin dışında “biz olsaydık öyle değil böyle bir model uygulardık” demiyor. Sadece yapılana karşı çıkıyor. Net, makul gerekçelerle karşı çıktıları tek yatırım “Kanal İstanbul” görünüyor. Yoksa “Zafer Havaalanı” yapılmasına karar verildiği zaman, “bu havaalanı yapılmamalıdır, gereksizdir” dendi de, ben mi duymadım?