Doğruyu gizlemeye, gerçeği çarptırmaya yalan denir. Ama biz bu kelimeyi herkes için kullanamayız Türkiye’de.
Bu ülkede “yalancı” demenin serbest olduğu kişi ve kurumlar vardır; yasak olduğu kişi ve kurumlar…
Mesela politikacılar… Onlar bu toplumun “şamar oğlanı”dır. Halkın gücü ancak politikacılara geçer. Onlara saldırmak, onları aşağılamak serbesttir. Onlara her lafın başında hakaret edebilir, gözünüzü kırpmadan yalancılıkla, yiyicilikle, yolsuzlukla, hatta vatan hainliğiyle suçlayabilirsiniz.
Ama sıra devletin kimi kutsal kurum ve kişilerine gelince öyle uluorta konuşamazsınız.
Yalan beyan istediği kadar açık seçik, kanıtlı tanıklı biçimde ortaya çıkmış olsun, kimse dili varıp da yalancı diyemez o kişilere.
Onlar yalancı olamaz; sadece gerçeği söylemezler!
Onları suçlayamaz, sadece “böyle yaparsanız inandırıcılığınızı kaybedersiniz”, “şöyle yaparsanız halkın nezdinde güven erozyonuna uğrarsınız” gibi dolaylı ifadelerle uyarırsınız.
Tıpkı aile içinde olduğu gibi…
Babalar çocuklarının yalan söylediğini yüzlerine vurabilirler. Suçu adlı adınca ortaya koyup “bak yine yalan söyledin” ya da “yalancılık yapma” diye uyarma imtiyazları vardır babaların. Ama çocuklar babalarının yalanlarını yakaladıklarında, karşısına çıkıp kolay kolay “yalancı” diyemezler. Çünkü bu, doğrudan aile reisini itibarsızlaştırma girişimi olarak algılanır. Malum, bizim kültürümüz, aile reisini itibarsızlaştırmayı göze alamaz. Reis itibarsızlaşırsa aile bütünlüğünün korunamayacağına, bunun da dünyanın sonu olacağına inandığından aile bireylerinin yalancı bir babayla idare edip gitmesini telkin eder. Bunun adına da büyüklere saygı der…
Biz vatandaşların devletle ve onun en baskın kurumlarıyla ilişkilerimiz de bir türlü baba çocuk ilişkisinden çıkamadığı için; yani biz hep çocuk, onlar da hep ebeveyn oldukları için, aile içindeki ikiyüzlülüğü toplum olarak da sürdürmemiz beklenir. Bu ikiyüzlülüğün o kurumlarla ilişkilerimizi nasıl zehirleyeceği ve içten içe çürüteceği de bilmezden gelinir.
X x x
Çukurca’daki mayın patlaması ile ilgili bize yalan söylendi.
Eline pimi çekilmiş el bombası tutuşturulan askerler hakkında da yalan söylendi.
Toprak altından çıkan LAW silahları konusunda, ıslak imza konusunda, Balyoz soruşturması konusunda da öyle…
Şimdiye kadar ortaya çıkan bütün darbe planları, andıçlar, layikalar hakkında sayısız yalan dinledik.
Her bir olayda yalanların hangi kademede, kimler tarafından üretildiğini ve hangi yollardan geçerek, kimler kandırılarak bizlere kadar geldiğini bilemeyiz elbette ama ortada bu kadar çok yalan olmasının nedenini biliyoruz.
Bazı kurumlarda daha çok yalan olması, o kurumların mensuplarının toplumun ortalamasından daha yalancı yaradılışlı olmasından değildir. Hayır; sorun tek tek bireylerden kaynaklanmaz. Sorun, o kurumların yapısından kaynaklanır.
Yalan kapalı toplumlarda yuva yapar. Kapalı toplumların en kapalı, en karanlık noktalarını sever, oralarda ürer. Çünkü kapalı toplumlarda denetim yoktur, eleştiri yoktur, muhasebe yoktur. Hesap sorma ve hesap verme yoktur. Hatanın bedelini ödeme yoktur. Ve tabii ki, bu keyfilik ve denetimsizlik ortamının en dürüst insanları bile baştan çıkartmasında şaşılacak bir şey yoktur.
Demek ki, artık bizlere daha fazla yalan söylenmesini istemiyorsak, toplumun bütün kurum ve kuruluşlarıyla açık bir toplum olması için çalışmak zorundayız. Bu elbette uzun ve zorlu mücadele olacak ve bence yalana yalan diyebilmek bu mücadelenin önemli bir parçasını oluşturacak.
Yalancıya yalancı, yiyiciye yiyici, beceriksize beceriksiz, despota despot diyebildiğimiz ve hesabını sorabildiğimiz gün, yalancılık da, yiyicilik de, beceriksizlikler de, despotluk da azalmış olacak. Ve bu ülkenin vatandaşlarıyla devletin kurumları arasında var olan yalanlarla zehirlenmiş, güvene değil korkuya dayalı sakat ilişki de ancak o zaman sağlıklı bir zemine oturacak.
Bugün, 11.04.2010