Türkiye’de Halâ İki Parti Var

Hepsi parlamentoda temsil ediliyor olmasa da, Türkiye’de bugün irili-ufaklı çok sayıda siyasi parti var. Ama bu başka bir temel gerçeği gözden kaçırmamıza yol açmamalıdır: Özellikle ülkenin gidişatına ilişkin kritik kararların söz konusu olduğu anlarda bu karmaşık çoğulculuk yavaş yavaş sadeleşiyor ve iki ana eksene oturuyor. Bu eksen kabaca tarihsel CHP-DP karşıtlığına indirgenebilir.

Böyle bakıldığında, CHP’nin karşısında yer alan siyasi çizgi AP, ANAP ve DYP’yle devam etmiştir. Bugün de bu çizgiyi AKP temsil etmektedir. Aslına bakılırsa, bu karşıtlığı, CHP-Terakkiperver/Serbest Fırka ayrışmasına, hatta onun öncesindeki İttihatçı-İtilâfçı karşıtlığına kadar geri götürmek mümkün.

Bu ikili karşıtlıkların hepsinin birbirinin tıpatıp aynısı olduğunu söylemek elbette gerçeklere uymaz. Bu, Türkiye’nin siyasi geleneğine hakim olan sürekliliğin kaba bir görünümüdür. İlgili literatürde yerine göre “merkez-çevre”, “devlet-toplum”, “cumhuriyet-demokrasi” kavramlaştırmalarıyla anlatılan da özünde hep bu karşıtlık veya gerilimdir.

Türkiye siyasetini bu kavramsal şemayla açıklanması konusunda özellikle “merkez”ci, “devlet”çi veya “cumhuriyet”çi kanadın siyasi ve akademik sözcüleri son derece şüphecidirler. Ama “beri taraf”ta da bu konuda tam bir görüş birliği yoktur. Meselâ, bugün, DP geleneğinin takipçisi olmak iddiasındakilerin bir kısmı AKP’nin bu çizginin devamı sayılamayacağını düşünmektedirler.

Bu itiraz ilk bakışta haklı görünüyor. Öyle ya, AKP kadroları “İslâmi siyaset” geleneğinden geliyorlar ve bu özellikleriyle, CHP’nin karşısında yer alsa bile “modern” ve “Batılı” olan DP ve AP seçkinlerinden farklıdırlar. Ne var ki, bu itirazın gözden kaçırdığı bir nokta var: Bu ayrışmada esas olan partilerin yönetici kadrolarından çok temsil ettikleri toplumsal tabakalardır. Böyle bakıldığında, AKP’de gözlenen uyumsuzluk, başka bir yönüyle, DP ve AP’de de vardı. Meselâ, DP’nin üst kadroları da CHP geleneğinden geliyorlardı, özellikle Bayar DP içindeki bir İttihatçı olarak da görülebilirdi. AP’nin Demirel’i de biraz öyleydi (Onun içindir ki, cumhurbaşkanlığı dönemini Demirel’in “aslına dönmesi” olarak okuyabiliriz).

Öte yandan, CHP-DP karşıtlığı bir toplumsal temsil sorunu olduğu kadar, zihniyet farklılığı sorunuydu da. Esasen, bu partilerin her birinin kendi temsil kabiliyetleri farklı toplumsal tabanlara dayanmalarının doğal bir sonucuydu.

Onun içindir ki, CHP-DP karşıtlığının bugün de halâ Türkiye siyasetini belirleyen ana dinamik olduğunu söylemek, bütün “devletçi-Cumhuriyetçi”lerin CHP’de, buna karşılık “çevreci-demokrat”ların hepsinin AKP’de toplanmış olduklarını iddia etmek değildir. Ama şu var ki, Türkiye bugün, birisi toplumsal talepleri gözetecek şekilde devleti dönüştürmeyi ima eden, diğeri ise kurulu devletçi-Cumhuriyetçi yapıyı koruma kaygısı güden zihniyetlerin yeniden karşı karşıya geldikleri bir konjonktürü yaşamaktadır.

Hasılı, anayasa değişikliği eşiğindeki bugünkü Türkiye’de saflar yeniden belirleniyor. Her ne kadar saflaşmalar CHP-AKP ayrımıyla birebir örtüşmüyorsa da, zihniyet ve toplumsal temsil anlamında iki karşıt parti yeniden ete-kemiğe bürünüyor: Bir yanda anayasaya –dolayısıyla onun temsil ettiği “kurulu düzen”e- dokundurtmak istemeyenler, diğer yanda “bu düzen değişmeli” diyenler var.

Bu ayrışmada en zor durumda olanlar da bazı solcular. Bunlar trajik bir ikilemi yaşıyor gibiler: Bir yandan “solculuk”la Kemalist düzen bekçiliğinin bağdaşmadığının farkındalar, ama öte yandan da dünya görüşü ve hayat tarzı bakımından akrabalık bağı içinde oldukları bu kesimin tamamen uzağına düşmeyi göze alamıyorlar. Bunlar, Kemalist “akraba”larına karşı “AKP’li” görünmeyi içlerine sindiremedikleri, ama solculuk ve demokratlıktan da vazgeçemedikleri için olsa gerek, “Üçüncü Yol” oportünizmine yatmış durumdalar.

Star, 10 Nisan 2010
 
 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et