Türkiye olarak, 3 Kasım 2002 genel seçimleriyle başlayan ve 7 Haziran 2015 genel seçimlerine kadar devam eden yaklaşık 13 yıllık dönemi sürekli bir aksiyon filmi içinde, üstelik de hep en hareketli sahnelerinin ortasındaymışız gibi geçirdik. Bütün bu dönem boyunca hiç olmayanlar oldu, hiç söylenmeyenler söylendi, hiç yapılmayanlar yapıldı. Olmadık, söylenmedik, yapılmadık neredeyse pek bir şey kalmadı.
Her manada kesif, gergin, çatışma ve cepheleşme ile dolu geçen bu döneme dönüp geriye baktığımızda aslında büyük bir başarının kaydedildiğini ve ana hedefe büyük ölçüde ulaşıldığını söylemek lazım. Bu dönem boyunca verilen mücadele anlamsız veya boşuna değildi. Bilakis ana hedef olan demokrasinin yerleşmesi ve pekişmesine hizmet etti. Bugün için Türkiye’de demokrasi geri döndürülmesi çok zor eşikleri atlamış durumdadır. Artık, ileriye doğru zorlu bir mücadele ile atılmış bu toplumu geriye dönmeye ve eskiyi restore etmeye razı etmek pek kolay değildir.
Bu 13 yıllık mücadele sonunda gerçek ve işleyen bir demokrasiye sahip olmaya çok daha fazla yaklaştık. 13 yıl sonunda elde edilen kazanç bundan sonra demokrasinin üzerinde daha sağlam ve güvenle duracağı iki ana kolandan oluşuyor: Vesayetsiz bir iktidara sahip olmak ve hükümetin seçimle el değiştirmesi.
Bu demokrasi mücadelesinin taşıyıcısı ve başlıca siyasi aktörü Ak Parti oldu. Mücadelenin ilk perdesi vesayetçi Kemalist statükoya karşı verildi. Asker-yüksek yargıdan oluşan vasiler ve onlarla organik ortaklık içindeki CHP, merkez medya, YÖK-üniversite ve İstanbul sermayesi elbirliğiyle Ak Parti’ye seçimle elde ettiği iktidar yetkisini kullandırmadılar. Meşhur tabirle ilk iki döneminde “Ak Parti hükümet oldu ama iktidar olamadı”.
Aslında bu akıbet Türkiye’de hükümet kuran her partinin makus kaderiydi. Ne var ki, vesayet merkezleri İslamcı kökleri sebebiyle Ak Parti karşısında çok daha pervasızlaştı ve azgınlaştı. Aslına bakılırsa bu ölçüsüzlükleri kendi sonlarını hızlandırıcı bir etki de yarattı.
İster atanmışları ister beslemeleri olsun Kemalist otoriter rejimin vasileri devletin ve ülkenin asıl sahipleri ve has yurttaşları olarak gördüler kendilerini. Ak Partiden, onun merkeze taşıdığı toplum kesimlerinden ve temsil ettikleri yaşam kültüründen nefret ettiler. Hükümet olmasını hazmedemediler, iktidara ortak olmaya kalkmasına ise hiç tahammül gösteremediler. Bütün güçleri ve enerjilerini Ak Parti’ye devlet iktidarını kullandırmamaya ve onu hükümetten uzaklaştırmaya vakfettiler.
En sonunda 27 Nisan Muhtırası, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı ve kapatma davası ile Ak Parti üzerindeki baskıyı iyice artırdılar. Vesayet merkezlerinin bu hücumları, 22 Temmuz Genel Seçimleri, Cumhurbaşkanını halkın seçmesine ilişkin Anayasa Referandumu, 12 Eylül Anayasa Referandumu ve 2011 Genel Seçimleri gibi sandık hamleleriyle savuşturuldu. Nihayetinde Kemalist vesayet merkezleri mağlup edildi ve geri çekilmek zorunda bırakıldı.
Böylece 13 yıllık bu mücadelenin ilk ve en önemli kazanımı olan vesayet merkezlerinin yenilgiye uğratılması amacına ulaşılmış oldu. En üst ve büyük vasi olan asker siyasetten geri çekildi ve kısmen hükümetin denetimi altına girmiş oldu. Bu başarının semeresi Ak Parti’nin 3. Döneminde hem hükümet hem iktidar olma imkanına kavuşmasıyla alındı.
Ak Partinin 3. Döneminde demokrasi mücadelesi daha farklı bir biçim aldı. Bu ikinci evrede mücadelenin ilk ayağında Hükümet ile Cemaat arasında iktidar savaşı veya başka bir ifadeyle Cemaatin yeni vasi olma mücadelesi ile Hükümetin buna direnişi vardı.
Bu mücadele 7 Şubat 2012 Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla başladı, ardından kızlı erkekli, dershaneler ve nihayet 17-25 Aralık operasyonlarıyla büyük çatışmaya doğru evrildi. Cemaat Hükümete karşı emniyet ve yargıdaki kadroları eliyle operasyonel bir savaş yürüttü.
Bu evrede demokrasi mücadelesinin ikinci ayağı ise Gezi vesilesiyle başlayan ancak sonradan ana hedefi sokak çatışmaları ve kamu kurumlarının işgali gibi vasıtalarla hükümetin devrilmesine dönüştürülen harekete karşı verildi. Sıradan bir çevre gösterisi olarak başlayan olaylar Hükümetin iyi yönetememesinin de katkısıyla hızla amacından saptı ve çoklu bir ittifakın manipülasyonlarıyla hükümeti düşürme hareketi haline geldi.
Gezi’de ortaya çıkan sokağın enerjisi ve Cemaatin operasyonları Hükümeti-Erdoğan’ı devirme amacında ortaklaştı ve güç birliğine gidildi. Bu aşamada, önemli sayıda ulusal-uluslararası medya ve aydının desteği ile de pekiştirilen ve Erdoğan karşıtlığı ile beslenen çok sert bir mücadeleye tanıklık ettik.
Bu ikinci çatışmaya karşı da yine direnç gösterildi. Hükümet/Erdoğan ayakta kalmayı başardı. Kısmi medya ve aydın desteğine rağmen her zaman olduğu gibi asıl güç seçimlerden elde edildi. Hem oldukça kaotik bir ortamda girilen mahalli seçimlerde, hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde edilen başarı sayesinde demokrasi mücadelesindeki ikinci evre de başarıya ulaştı.
Her iki çatışmada da AK Parti laiklik veya yaşam biçimine müdahale gibi gerekçelerle gayri meşru ilan edildi. Böylece insanları gayri meşru bir hükümeti şu yada bu yolla devirmenin makul olduğuna ikna etmeye çalıştılar. Ak Parti, bu hamlelere karşı her seferinde seçimlere gidip demokratik meşruiyetini tazeleyip güçlenerek cevap verdi.
Nihayet, 7 Haziran 2015 genel seçimleri Türkiye’de 13 yıldır verilmekte olan demokrasi mücadelesindeki başarının bir nevi tescili oldu. Bugün Türkiye’de yeni kurulacak herhangi bir hükümet askeri vesayetsiz bir iktidar kullanma imkanına sahip olacaktır. Yine halihazırdaki Ak Parti hükümeti sokak olayları veya çeşitli operasyonlar yoluyla değil, seçim sonuçlarına dayanarak yönetimi yeni kurulacak bir hükümete devredecektir.
7 Haziran seçimleri vesayetsiz bir iktidar ve seçimle el değiştiren bir hükümet içeren bir demokrasiyi tescillemiş oldu. Koalisyon alternatifleri vesilesiyle ortalıkta restorasyon lafları dolaşmakla birlikte buradan geriye dönüş pek mümkün görünmüyor. Eski statükonun restorasyonu imkansız değilse de artık çok zordur.
Nihayetinde, bu 13 yıllık dönemde Ak Parti’yi demokrasi saiki ile destekleyen kimi seçmen ve aydınlar 7 Haziran seçimleriyle amaçlarına ulaştılar ve demokratik başarıda büyük bir pay sahibi oldular.
Bazıları, verilen bu yüksek desteğin bir parti olarak AK Partiye değil, sosyolojik bir değişimin ve talebin taşıyıcısı olmayı becermiş ve statükoyu değiştirmek için sistemle çatışmayı göze alabilmiş bir partiye verildiğini hiç bir zaman anlayamadılar.
Oysa, aynı rolü üstlenebilen herhangi bir başka parti olsaydı, o da aynı desteği alırdı. Destek sırf Ak Parti’ye değil, demokrasi mücadelesinin hem nesnesi hem aktörü olmuş bir Ak Parti’ye verildi. Mücadele Ak Parti’yi iktidarda tutma mücadelesi değil, demokrasiye sahip çıkma mücadelesiydi.
13 yıllık dönem itibariyle, demokrasi mücadelesi verenler bakımından amaç büyük ölçüde hasıl olmuş, bir anlamda görev tamamlanmıştır. Bundan sonra yapılması gereken demokrasiyi kurumsallaştırmaya ve demokrasiyi hak ve özgürlükler bakımından daha incelikli bir şekilde işlemeye çalışmaktır.
*Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
15.09.2015