Vesayetin Mantığı: Zigana’da Portakal Türkiye’de Demokrasi Olmaz

CHP’nin 1935 Kurultayı’nın güçlü genel sekreteri Recep Peker’in demorrasi bahsinden işi ne kadar zor soktuğu tarihin tozlu raflarındaki örneklerden ortaya çıkıyor. Peker, Türkiye’de demokratik rejimin yaşayamayacağını ‘Zigana’daki portakal ağacı’ benzetmesiyle anlatıyor…

Türkiye, 1 Kasım 2015’de demokratik bir seçimi daha başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Ancak hala seçimleri ve demokrasiyi hazmedemeyen vesayetin bakış açısının varlığını sosyal medyada, klasik medyada ve kimi siyasetçilerin açıklamalarında görmek mümkün. Vatandaşın ve dolayısıyla seçmenin ehliyetsiz ve reşit olduğu iddiası, sanatçıyla vatandaşın oyu aynı mı olacak sorusunda devam ediyor. 1 Kasım’dan sonra bir takım sol fraksiyonların seçimlere saygı değil şiddet göstereceğiz diyerek sergiledikleri tavır, vesayetin aktüel bir mesele olduğunu gösteriyor. Bu hafta vesayetçiliğin arkasındaki mantığı ve antidemokratik geleneği iki dereceli seçimler üzerinden tarihten örneklerle anlatalım.

Tek parti döneminde CHP’nin demokrasiye yaklaşımındaki değişiklikleri, iki dereceli seçime ilişkin politikalarındaki değişikliklerden takip etmek mümkündür. Konuya girmeden “iki dereceli seçim” ne demek onu izah edelim: Asıl seçimi yapmaya ehil olmadığı düşünülen birinci seçmenler, yani halk, bu ehliyete sahip ikinci seçmenleri seçer. Onlar da ikinci bir seçimle seçilecek asıl temsilciyi seçerler. İki dereceli seçim tek partili bir yönetimde olursa seçimler, parti tarafından tayin edilen ikinci seçmenlerin ve milletvekillerinin göreve atama töreninden başka bir anlam taşımaz. Bu bakımdan bunlara sahici seçimler olarak bakmamak lazımdır.

Birinci Meşrutiyet’ten itibaren tartışılan iki dereceli seçim, tartışmalara rağmen bu tarihten itibaren uygulanmaya devam edilmiştir. Aslında daha bu dönemde iki dereceli seçim ve bunun arkasındaki mantık çok ağır bir şekilde eleştirilmiştir. Daha Birinci Meşrutiyet Meclisi’nde, Osmanlıların Avrupalılar kadar seçme ehliyetine sahip olmadığının iddia edilmesi üzerine İzmir mebusu Solidi Efendi şöyle sert bir cevap vermiştir: “Bu meclisi alide ahalimizin daha bir techil [cahil] ve tahmik [ahmak] edilmesini kabul edemem. Bizim milletimiz Avrupa milletlerinden daha ahmak değildir. Onlardan daha istidatlıdır.”

İki Dereceli Seçimden Vazgeçildi

Meclisin iki dereceli seçimi reddetmesine rağmen feshinden sonra, İkinci Meşrutiyet döneminde de iki dereceli seçimden vazgeçilmemiştir. Atatürk de bu tartışmayı teşvik etmekte ve iki dereceli seçimin kaldırılarak tek dereceli seçime geçilmesini ister gibi görünmektedir. Gazi’nin fikirlerinin sözcüsü olarak bilinen Afet İnan bu dönemde şöyle diyecektir: “Artık demokrat ve medenî türk içtimaî heyetini haksız yere gayrireşit gösteren bu iptidai usulü devam ettirmek caiz değildir. Emsalimiz medenî devletlerde olduğu gibi bir dereceli, yani doğrudan doğruya seçim usulünün konması için tereddüde mahal yoktur; müntehibi sani (ikinci seçmen) intihap eden vatandaşın doğrudan doğruya meb’us intihap etmekte daha çok acemilik ve isabetsizlik göstereceği kabule şayan değildir.”

Seçim Korkusu

Ancak bu fikirler hayata geçmemiştir. CHP’nin önemli isimlerinden Hilmi Uran, Atatürk’ün halkı kontrol etmek bakımından daima iki dereceli seçimi arzu ettiğini yazmaktadır. Tek parti yönetiminin devletle özdeşliğini ilan eden 1935 Kurultayının güçlü genel sekreteri Recep Peker’in iki dereceli seçimi meşrulaştırırken kullandığı gerekçeler tek parti dönemi boyunca geçerli olacak ‘vesayetçi’ anlayışı da yansıtmaktadır. Bu bakımdan iki dereceli seçimin savunulması, vesayetçi anlayışın savunulmasına da denk düşmektedir.

Buna göre Türk halkı birçok bakımdan geri kaldığı için kendi kendisini yönetemez, bu yüzden ona vesayet edecek bir seçkinler yönetimi, halkı, kendi kendini yönetecek seviyeye gelene kadar yönetmelidir. Peker memleket şartlarının, ulaştırma ve haberleşme araçlarının, basılmış yayınları, gazetelerin baskı adedi, gazete ve kitap okuyan vatandaşların sayısı hep beraber düşünüldüğünde bugünkü durumun bir dereceli seçimin gerektirdiği nitelikte olmadığını, bu zorlayıcı şartları düşünmek gerektiğini söylüyor.

Peker seçimlerde CHP’nin rehberliği söz konusu olsa bile, vatandaşın kendi fırka adayı için oyunu kullanırken de ‘umumî bir biliş ve görüşe istinat eden şuurunu’ kullanmak durumunda olduğuna dikkat çekiyor. Söylediklerinin ve iki dereceli seçimin demokrasiyle bağdaşmadığını fark eden Peker şöyle diyor:

“Arkadaşlar; bütün bunlar… konuşulurken… ya demokrasi ne oldu diyenler var. İsviçre’de referandum sistemi vardır. Millet toplanır ve kanuna reyini verir. Elbette demokrasinin en ileri tatbiki budur! Mesela Fransa bunu neye yapmıyor? Elbette İsviçre’nin şartlarına uyan bu usulün Fransa’da tatbik imkanı bulunmuyor… Demokrasi bir nas, bir ayet değildir; bir ruh, bir espri ve bir manadır. Yapılan işler akıl denilen bir süzgeçten geçirildikten sonra muhit denilen bir icaba uydurulduktan sonra tatbik edilirse fayda verir, kök tutar. Zigana dağının üzerine portakal ağacı dikilmez!”

Peker’in demokrasi bahsinde işi ne kadar zora soktuğu verdiği örnekten belli oluyor. Buna göre, Zigana’da portakal ağacı yetişmezse, Türkiye’de de demokratik rejim yaşayamaz. Peker’in fikri şahsi bir düşünceyi değil, partinin ve dönemin hâkim kanaatini yansıtıyor. Komünizm, faşizm ve nasyonel sosyalizm ile faşizan askeri diktatörlüklerin Avrupa’da yayılmasıyla beraber liberal demokrasilerin sonunun geldiğine inananlar, totaliter bir parti ve ideolojinin peşine düşüyorlar. Ne yazık ki bu akımın Türkiye’de hala takipçileri var.

Günah Keçisi Gibi Takdim Edilmişti

Recep Peker’e göre Türkiye’de Demokrasi Olmaz: Recep Peker (1889-1950) asker kökenlidir. Cumhuriyet Halk Fırkasının ideolojisini oluşumunda ve yeniden teşkilatlanmasında Genel Sekreter olarak önemli görevler üstlenmiştir. Peker bu dönemdeki pek çok otoriter gelişmenin sonradan günah keçisi gibi takdim edilmişse de yaptığı her şeyi dönemin şartları içinde şeflerinin, yani Atatürk ve İnönü’nün, emir ve müsaadeleriyle yapmıştır. Peker “İstiklal mahkemeleri henüz kaldırılmadı” türünden meşhur laflarıyla demokratik bir rejime intibak edemeyeceğini gösterince, önce Başbakanlıktan bilahare de siyasetten tasfiye edilmiştir. 2 Nisan 1950 tarihinde vefat eden Peker, 14 Mayıs 1950’de iktidarın demokratik bir şekilde el değiştirdiği, demokrasi bayramını görememiştir.

Yeni Yüzyıl, 08.11.2015

http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/vesayetin-mantigi-ziganada-portakal-turkiyede-demokrasi-olmaz-37

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et