Çünkü hiçbir aile “vatan-millet için” çocuk yapmaz. Hiçbir aile çocuk yapma kararını bundan elli yıl sonraki aktif nüfus-pasif nüfus oranını ya da büyüme hızını düşünerek vermez.
Diyebilirim ki, çocuk sayısı, bireylerin devlet politikalarından en az etkilendikleri alandır. Her aile, çocuk kararını bugünkü geliri, gelecekle ilgili gelir beklentisi ve belki de bunlardan çok daha önemli olarak, nasıl bir hayat yaşamak istediğine göre verir.
Bazı insanlar kalabalık evleri severler, bazıları tenha evleri…
Bazı çiftler, bütün imkanlarını tek bir çocuğa ayırarak kendilerince “mükemmel” bir çocuk yetiştirmek isterler; aynı imkanı üç çocuk arasında bölüştürerek hepsini birden daha vasat olanaklara mahkum etmeyi tercih etmezler. Üstelik bölündükçe küçülen şey sadece maddi refah değildir onların gözünde. Bütün ilgilerini tek bir çocuğa vakfetmek; bütün sevme yetenekleriyle onun ruhunu tıka basa doyurmak isterler.
Bazı aileler o kadar çok çocuk sever ki, zamanlarının ve paralarının büyük bölümünü onların yetiştirilmesine ayırmaya hazırdır. Ama bazıları, tek bir çocukla da çocuk sevgisini tatmin edebileceğini düşünür; kalan zaman ve imkanlarıyla kendine daha çok vakit ayırmak, daha çok gezmek, tozmak, tatil yapmak, seyahat etmek, daha rahat yaşamak ister.
Kimi kadın hayattaki temel rolünü annelik olarak görebilir; ne kadar çok çocuk yetiştirirse kendini o kadar“gerçekleştirdiğini” hissedebilir. Ama birçok kadın için kariyeri hayatının asıl anlamı, kendisini gerçekleştirmenin temel alanıdır. Ve kabul edelim ki, üç çocuk yetiştirmek, kariyer sahibi olmayı unutmak demektir.
Kimi erkek evinin kapısını açtığında paçalarına sarılan üç-beş çocuk hayaliyle evlenir. Ama birçoğu için bu tablo tam bir kabustur. Onlar için evlilik, esas olarak bir kadınla bir erkek arasındaki yoğun iletişimdir. Eve geldiklerinde çocukların bakımından yorgun düşmüş, başka hiçbir şey için enerjisi kalmamış perişan bir kadınla karşılaşmaktan nefret ederler.
Maddi teşvikler işe yarasaydı
Bu liste uzar da uzar…
Demek istediğim o ki, bir ailenin kaç çocuk sahibi olacağı kararını etkileyen faktörlerin çoğu maddi imkanlarla ilgili değildir, o yüzden de maddi teşviklerden çok az etkilenir. Zaten, eğer doğum izninin artırılması, kreş imkanları, süt izinleri, çocuk başına prim ya da vergi indirimi gibi teşvikler işe yarasaydı; nüfus yaşlanması sorununun ilk ortaya çıktığı yer, bütün bu teşviklerin dik âlâsının verildiği, sosyal yardım cenneti olan zengin kuzey Avrupa ülkeleri olmazdı.
Toplumlar zenginleştikçe, eğitim düzeyi yükseldikçe çocuk sayısının azalmasını, modern insanın hayata bakışıyla ilgili bir mesele olduğunu görmek zorundayız. Durum ortada: Herkesin bir tane hayatı var ve o hayatı da çocuk yetiştirmeye vakfetmek istemiyor.
Buna, modern insanın bencilleşmesi de diyebiliriz belki. Ve bu bencillikle insanoğlunun uzun vadede kendi kuyusunu kazdığını bile söyleyebiliriz.
Ne çare ki, bu söylediklerimizin hiçbiri tek tek bireyleri daha fazla çocuk yapmaya ikna edemez.