Gündemde ister yeni anayasa olsun, ister kısmi bir anayasa değişikliği hemen ezber hazır: Uzlaşma sağlanmadan olmaz. Bunu en son Anayasa Mahkemesi Başkanı da dillendirmiş. Hem de ‘tam uzlaşma’dan söz etmiş.
Üstelik ‘tam uzlaşma’sı istenen sadece siyasal aktörler değil, bir bütün olarak toplum da. Nasıl mümkün olacak bu iş?
Madem uzlaşılacak, Anayasa Mahkemesi üyeleri buna öncülük yapsın. Hem, 11 üyenin bulunduğu AYM’de ‘tam uzlaşı’ herhalde milyonlarca kişinin müdahil olduğu, birçok farklı kimliğin ve çıkarın devreye girdiği sosyal ve siyasal süreçlerde sağlanacak uzlaşıdan daha kolay olmalı. Bu 11 kişi benzer eğitim alan, tarafsız olması gereken, elinde anayasa gibi somut ve sabit bir kriter bulunan bir grup. Üstelik hepsi de ‘hâkim’.
Peki nasıl oluyor da AYM’nin 11 üyesi ‘tam uzlaşma’ya varamıyorlar kendi aralarında? Hem de en basit demokrasi, hukuk ve anayasa ilkeleri üzerine… İşte, 367 kararı. AYM Başkanı Kılıç o kararda ‘uzlaşmayı bozan’ iki üyeden biriydi. Neden ‘çoğunluk’la uzlaşmayı denemedi veya diğerleri iki üyeyle ‘uzlaşma’ya yanaşmadılar kararı sonlandırmadan önce? Uzlaşı talepleri işte böyle ‘absürd’. Kendi kararlarını oyçokluğuyla alanlar anayasa değişikliği için ‘mutlak uzlaşı’ istiyorlar.
Bu ne gerçekçi, ne adil, ne de demokratik. Anayasa profesörü Ergun Özbudun bakın ne diyor uzlaşma önşartına ilişkin: ‘Bir anayasanın yüzde yüz veya ona yakın bir çoğunlukla kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmek, toplumdaki azınlık gruplarına meşru ve evrensel ölçüleri aşan bir veto hakkı vermesi açısından demokrasinin özüne aykırıdır.’ (Türkiye’nin Anayasa Krizi, s.182) Ergun hoca sonra da iptal edilen anayasa değişikliğini örnek veriyor haklı olarak. Toplumun % 70-80’i üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasından yana. Meclis de bu toplumsal talebe paralel olarak sorunu çözücü anayasa değişikliğini dörtte üçlük bir çoğunlukla yapıyor. Sonuç; AYM, bizatihi anayasayı ihlal etmek ve yetki gasbı yapmak pahasına bu değişikliği iptal ediyor. Hangi demokraside bir konuda bu derece yüksek bir uzlaşma sağlanabilir?
Amaç, ‘uzlaşı’ değil zaten, demokratikleşme sürecinin anayasal güvencelere kavuşturularak geri dönülemez hale gelmesini önlemek. Uzlaşı talepleri değişimi kilitlemenin ‘şık’ bir yöntemi, örtülü bir ‘siyasetsizleştirme’ operasyonu.
Yöntemde uzlaşalım, temel ilkelerde uzlaşalım, diyeceğim, ama maalesef yeni anayasaya direnenlerle bu bile mümkün değil. En ‘ilkel’ düzeydeki demokratik rejimlerde bile iktidarı belirleme ‘yöntem’i olarak seçimlerin esas olması konusunda bir tartışma çıkmaz; her vatandaşın ‘eşit ve tek oy’a sahip olduğuna kimse itiraz etmez. Ama bizim Kemalistlerle bu konuda bile uzlaşmak imkânsız. Onlar hâlâ iktidarı belirlemek için ‘seçimler esas olamaz’ diyorlar, çünkü bu ülkede hiçbir serbest seçimi kazanamadılar; ‘bir köylünün oyu ile profesörün oyu bir olur mu’ sorusunu ciddi ciddi soruyorlar çünkü kendilerini halkla ‘eşit’ görmüyorlar.
Türkiye değişiyor, CHP ve müttefikleri direniyor. Anayasa değişikliği sürecinde uzlaşı adına CHP’ye ‘veto hakkı’ vermek saflık da değil yalnızca, milli iradeye saygısızlık. Ne yani, CHP istemeden bu ülkede değişim olmayacak mı?
Mevcut tutumlarıyla CHP ve Kemalistlerle uzlaşarak yapılacak bir anayasa bürokratik vesayeti yeniden üretmekten ve diriltmekten başka bir işe yaramaz. Demokrasinin temel mekanizmaları, kurumları ve ilkeleri ile temel haklar konusunda pazarlık olmaz.
Hadi Kemalistlerle ‘tam uzlaşma’ sağla. Varılabilecek en ileri nokta; milli iradeyi kısıtlayan, askeri ve yargı vesayetini esas değer olarak benimseyen, bürokratını hukukun üstünde gören bir ‘yarı demokrasi’ olacaktır, ki artık demokrasinin yarısına razı olanları halk affetmez.
Zaman, 09.03.2010