“Üniversiteler bizimdir” derken?

Son dönemde üniversitelerde ciddi bir sorun söz konusu. Sol öğrenci grupları tarafından 1 Kasım seçimleri öncesinden başlayarak ve sonrasında yoğunlaşarak devam eden, özellikle kendini “muhafazakâr-dindar-Müslüman” olarak tanımlayan öğrencilere yönelmiş sistematik bir baskı ve şiddet var. Bu öğrencilere “IŞİDCİ, ‘AKP’li ya da katil” denilerek onlara, bu grupların tabiriyle ya “hadleri bildiriliyor”, ya bu öğrenciler “teşhir ediliyor” ya da “üniversiteden kovuluyorlar.” Bu sol gruplar bunu bir de “özgürlük” ve “aydınlık” adına yapıyorlar. Dayandıkları inanç ise üniversitelerin onların olduğu, orada okuyan diğer öğrencilerin ancak bu gruplar izin verdiği için orada oldukları ve onlar izin vermedikçe diğerlerinin herhangi bir faaliyet yapamayacağı.

Bunun da ötesinde nasıl bir kafa karışıklığı içinde olduklarının farkında bile değiller. Kendileri bu öğrencilerin faaliyetlerini engelleyip, şiddet kullanarak dağıttıklarında bu gayet meşru olurken, başka birileri, örneğin üniversite güvenliği ya da polis, onları bunu yapmaktan alıkoyunca bu, “faşizm” oluyor. Kendisi kadar o üniversitede bulunmaya hakkı olan “diğeri”nin üniversiteden kovulması gerektiğini düşünürken, o üniversitenin “öğrencisi” olan kendisinin olay yerinden uzaklaştırılmasını haksız buluyor. Kendilerinin baskın oldukları üniversitelerde diğer öğrencilere yaptıkları “sosyalizm” olurken, aynı şeyler başka öğrenci gruplarının baskın olduğu üniversitelerde kendilerine yapılınca  bu, yine “faşizm” oluyor.

Solun şiddetle ilişkisi, özgürlük tanımı vs. gibi meselenin tüm diğer yönlerini bir kenara bırakarak şunu soruyorum: Bu öğrencilerden biri ya da birkaç tanesi, bir akşam, bu sosyal ağını terk edip evine gittiğinde üniversiteleri kendilerinin yapan şeyin ne olduğunu soruyor mudur kendine? Soruyorsa kendine nasıl bir yanıt veriyordur; hangi argümanlar bu iddiasını meşrulaştırıyordur?

Bir kamu malı olan, tıpkı kendi anne babaları gibi o kovdukları, tartakladıkları, baskı ve şiddet uyguladıkları öğrencilerin anne babalarının da ve bunların hiçbiriyle alâkalı olmayan milyonlarca diğer yurttaşın ödediği vergilerle kurulan ve finanse edilen o kamu üniversitesini onların yapan ne? 4-5 yıl sonra ayrılıp hayatın çok daha zor bir aşamasına dahil olduklarında unutacakları ve umursamayacakları bu yeri neden böylesine kendilerine ait görüyorlar? Son yaşam alanları olduğu için mi? Tek sosyalleşme yerleri olduğundan mı? Hayata üniversite aracılığıyla tutunduklarından dolayı mı?

Değil elbette. “Üniversiteler bizimdir” derken bir “sahiplenmeden” de bahsetmiyorlar tabiî ki, kendi iktidarlarından bahsediyorlar sadece. Statükoyu koruyan, solun üniversitelerdeki üstün ideolojik konumunun yarattığı ve dağılmaya başladığının farkında oldukları iktidarlarından…

Ve bu iktidarı dağıtan en önemli etken olarak muhafazakâr öğrencileri görüyorlar. Açılan onlarca üniversiteyle birlikte çevreden yüz binlercesinin gelip üniversitede görünür olmaya başladığı ve üniversiteyi çeşitlendirmesiyle merkezi parçaladığı bu öğrencilerin sayısı arttıkça, farklı anlayış ve görüşler üniversitede yer bulmaya başladıkça solun üniversitelerdeki prestiji sarsıldığını fark ediyor,  üniversitelerdeki üstün söylem olma özelliğini kaybetmeye başladığını anlıyorlar.

Uzun bir dönem vesayetin YÖK ve üniversite bürokratları ve hatta hocaları eliyle yaptığını şimdi bu sol gruplar üstlenmiş durumda. Siyaset üniversiteler üzerindeki bürokratik vesayeti ciddi bir şekilde kırmış olsa da Murat Yılmaz’ın söylediği gibi[1], Türkiye’de vesayet o kadar sofistike kurulmuş ve boşluk kabul etmemekte ki bu alan hemen başka araçlarla dolduruluyor. Şimdi üniversitelerdeki vesayet bu sol öğrenciler tarafından kurulmaya çalışılıyor. Buradaki boşluğu fark eden bu gruplar, kendi iktidarlarını buradan konsolide etmeye çalışıyor.

Türkiye’de solun tarihsel durumu hep bu oldu aslında. Sol hiçbir zaman demokratik yollarla iktidar kurmayı denemedi. Hep başka iktidar merkezlerinden güç devşirmeye çalıştı. Bu nedenle de vesayetin ikamesinden başka bir şey olamadı.

[1] Murat Yılmaz, Sofistike Vesayet Sisteminin Çöküşü, Yeni Yüzyıl, 4 Kasım 2015.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et