Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.
Gezi Eylemi’ni genel ayaklanmaya çevirme hayali kuranların, olayın başından beri ölüm beklediklerini biliyoruz. Ölüm, daha çok ölüm, daha çok kan, hatta katliam bekliyorlar. Birkaç gündür internet ortamından Taksim’de bekleşenlere şöyle mesajlar yolluyorlarmış: “Ölseniz de çekilmeyin; bir şey yapamazlar!”
“On gündür bekliyoruz hâlâ ölmüyorsunuz, hadi ölün artık, bir an önce ölün, ama öyle biriniz ikiniz değil, yüzlerceniz ölün” diyemiyorlar tabii. Öyle lafları ancak İşçi Partili TV spikerleri en samimi hallerinde yakalandıkları zaman, yani mikrofonu kapalı zannederken yaptıkları konuşmalarda duyabiliyoruz.
Önce bir noktayı açıklığa kavuşturalım:
“Kaos”çular boşuna beklemesinler ve fazla da hayal kurmasınlar. “Milli Hükümet”in bakanlar listesini hazırlamak için de fazla acele etmesinler. Türkiye gibi 60 yıldır iyi kötü demokrasiyle idare edilen bir ülkede, birkaç yüz bin kişi sokağa döküldü diye iktidar yıkılmaz. Bu ülke tarihinde gördüğü en güçlü, kitle tabanı en geniş iktidara sahip ve o kitle artık 1960’ın ya da 1997’nin kitlesi değil.
O kitle seçtiği meşru yönetime sahip çıkma bilincine de kararlılığına da sahip. Ve bu bilinci, benzer oyunları yaşaya yaşaya, komplolarla, provokasyonlarla mücadele ede ede edindi.
Yani sizi de tanıyor, karanlık oyunlarınızı da çok iyi biliyor.
Eğer şu anda Ergenekon örgütü gibi örgütler tasfiye edilmemiş, Balyoz Planı gibi planlar deşifre edilmemiş olsaydı; darbe heveslileri ordudaki görevlerinin başında olsaydı, bir şansınız olabilirdi. Ama şu anda hiçbir şansınız yok.
Zafer sarhoşluğu tehlikesi
Kamuoyunun çok büyük bölümü başından bu yana Gezi Parkı’nda barışçı gösteri yapanlarla sokakları ateşe verenleri birbirinden ayırmaya özen gösterdi. Birincilere sempati ikincilere öfke duydu. Hükümet de ilk günlerdeki hatasından sonra aynı ayrımı dikkatle yaptı ve olayı müzakere ile çözmek için çeşitli girişimlerde bulundu.
Geldiğimiz bu noktada artık sağduyulu davranma sırası Gezi Parkı aktivistlerine geldi. Kaosçuların niyetlerini ve planlarını görmeleri ve onların “yedeğine” düşmemek için meydanları bir an önce boşaltmaları gerekiyor.
Ama bakıyoruz, onlardan böyle bir işaret gelmiyor: Tam tersine, meydanları belli bir zafer sarhoşluğu sarmaya başladı.
Gezi Parkı sözcülerinin eylemi bitirmek için öne sürdükleri şartlardan biri şu mesela:
Olaylar boyunca gözaltına alınan herkes serbest bırakılmalıymış. Peki tahrip edilen 280 işyeri, 103 polis arabası, 15 ambulans, 207 özel araç ne olacak? Polisleri yaralayanlar, AK Parti binalarını yakanlar, Başbakanlığı işgal etmeye, Beşiktaş’taki Başbakanlık Ofisi’ni ele geçirmeye çalışanlar Gözaltında bulunan ve dış bağlantılı olduğu şüphesi olan yabancılar? Ankara’nın en işlek caddesine barikatlar kurup ateşler yakarak şehri yaşanmaz hale getirenler? Bunların hesabı sorulmayacak mı?
Yasa ve kural dışına çıkan emniyet müdürlerinin, valilerin ve polislerin soruşturulmasını istiyorsunuz da; yasa dışına çıkan, şiddete başvuran, cana mala kastedenlerin soruşturulmasını neden engellemeye çalışıyorsunuz? Sizin hukuk devleti anlayışınız bu kadar mı?
Bir başka şart da polisin bundan böyle gaz bombası ve benzeri materyalleri kullanmasının yasaklanması…
Bu talebi öne sürerken emniyet kuvvetlerinin toplumsal olayları nasıl kontrol altına alacağını, halkın mal ve can güvenliğini nasıl sağlayacağını da düşünmüşsünüzdür herhalde. Ne öneriyorsunuz; gaz kullanmasın da cop mu kullansın? Yoksa plastik mermiyi mi tercih edersiniz?
İşin daha da vahimi, bu taleplerin ortaya konmasının hemen ardından başka bazı “temsilcilerin”ortaya atılıp kantarın topunu iyice kaçırması, 3. köprüden havaalanına, Kanal İstanbul’dan AKM’ye kadar akıllarına gelen her projenin durdurulmasını şart koşmaya kalkışması…
Allah’tan ki Başbakan Erdoğan burada değildi de duymadı… Yoksa “Siz kim oluyorsunuz da bu projeleri durdur diye şart koşuyorsunuz” diye başlardı ve doğrusu hiç de haksız olmazdı.