TÜSİAD da “iç düşman” mı?

Bir zamanlar bu ülkede yeşil sermaye listeleri hazırlanırdı. “Düşman” konseptinin değiştirildiği günlerdi. Kebapçısından büyük holding sahibine kadar birçok kuruluş ne olduğunu anlamadan kendini bu listede buldu ve değişen düşman konsepti gereğince “iç düşman” olup çıktılar.

Gün oldu, devran döndü, o zamanlar “yeşil sermaye” diye suçlananların siyasi temsilcileri bugün iktidar oldu, bu defa da o İstanbul sermayesini “düşman” ilan ediyor.

Başbakan Erdoğan özellikle Gezi’den bu yana her fırsatta TÜSİAD’ı fırçalamayı, “haddini bildirmeyi” ve tehdit etmeyi adet haline getirdi. İstanbul sermayesinin içinde yer alan bazı unsurların iktidarını yıkmayı misyon edindiği kanaatine varmış olabilir. Ama bu ona, koskoca bir sermaye çevresini düşman ilan etme ve oradan gelen her eleştiriyi “ihanet” söylemiyle püskürtme hakkı verir mi?
 
Neden diyemesin; derse ne yapacaksınız?

 
Başbakan’ın hışmından payını alan son isim TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz oldu.

Suçu neydi Yılmaz’ın?

TÜSİAD Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen yargı normları AB düzenlemeleriyle çalışmayan, vergi cezalarıyla şirketler üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen bir ülkeye yabancı sermaye gelmez”demişti.

Vay sen misin bunu diyen?.. Başbakan hemen ertesi günü açtı ağzını yumdu gözünü:

“TÜSİAD Başkanı çıkıp, ‘bu ülkeye sermaye gelmez” diyemez. Bunu derse, bu vatana ihanettir. Bunu diyemezsin, eğer öyleyse cevabını alacaksın.”

Bir kere niye diyemesin; ikincisi, derse nasıl bir cevap alacak?

Siyasi istikrarsızlık ortamlarının, hukukun işleyişine duyulan güvenin erozyona uğramasının yabancı yatırımlar üzerinde olumsuz etki yapacağını sadece Yılmaz değil bütün iktisatçılar ve iş adamları, bırakın iktisatçıları ve büyük iş adamlarını köşedeki bakkal bile söylüyor.

Herkesin bildiği bu gerçeğin, iş dünyasının en önemli örgütlerinden biri olan TÜSİAD’ın genel kurulunda dillendirilmesinde yadırganacak ne var? TÜSİAD’ın HSYK değişikliği ve hükümet-yargı krizinden endişe duymasından daha doğal ne olabilir?

Tam tersine, bu noktada hükümeti uyarmak TÜSİAD’ın görevidir; Yılmaz bunu söyleyebilir ama siz böyle söyledi diye ona “Vatan haini” diyemezsiniz. Ürettikleri katma değerle bu ülkenin refahına büyük katkı sağlayan insanları sizi eleştirdiler diye “ananasçı”, “darbe destekçisi” diye suçlayamazsınız. “Bunlar zaten bugüne kadar hiçbir zaman samimi davranmadılar. Milletin yanında durmadılar” gibi ağır ithamlarda bulunamazsınız.
 
Kutuplaştırmak, yaftalamak, düşmanlaştırmak
 
Başbakan’ın epey bir zamandır, tabandaki gücünü konsolide etme adına kutuplaştırma siyaseti güttüğünün; toplumu “ya bizden yanasınız ya da karşımızdasınız” ikilemi içine sokmaya çalıştığının farkındayız. İktidarı destekleyen bazı siyasi analistler bu stratejinin gerek Gezi’de gerekse bugünkü krizde iyi çalıştığını, istenilen sonucu yarattığını söylüyor ve hatta “dahice” buluyorlar.

Ben aynı kanaatte değilim. Kaldı ki bu tutumu sadece siyasi bir strateji ya da taktik olarak görmenin de yanıltıcı olduğunu düşünüyorum.

İhanet lafının bu kadar sık kullanılışı -hangi ülkede olursa olsun- kötüye alamettir. Eleştirilerin, hoşnutsuzlukların ihanet gibi algılanışı demokrasi dışı rejimlerin temel karakteridir. Bir ülkede ihanet suçlamaları ne kadar artarsa, rejim o kadar otoriterleşmiş demektir. Çünkü bu rejimlerde rejime bağlılık esastır. Özgür vatandaş değil, bağlı, itaatkâr, vefalı vatandaş istenir ve en ufak bir eleştiri bağlılığa ihanet olarak değerlendirilir.

Bence birileri Erdoğan’a her önüne gelene vatan haini yaftası yapıştırmanın hiç ama hiç hayra alamet olmadığını söylemeli. Böyle yapanlar ancak karşılarında amansız düşmanlar yaratırlarsa ayakta kalabileceklerini düşünen zayıf rejimlerdir.

AK Parti kendi durumunu böyle mi değerlendiriyor?

Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et