Türkiye’ye Özgü Bir Başkanlık Modeli Neden Olmasın ki?

Türkiye’de hükümet sistemi arayışlarında, bazı çevreler, kutsal bir sistem imiş gibi parlamenter sisteme dört elle sarılırken, bir diğer kesim de başkanlık sistemi olacaksa mutlaka ABD’de cari olan sistem olmalıdır; bu sistemden zerre kadar sapma olursa sistem yozlaşır demektedirler. Bir üçüncü kesim de mutlaka Türkiye’ye mahsus bir başkanlık modeli olmalıdır demektedir. Peki, “Türkiye’nin önümüzdeki süreçte hükümet sistemi tercihi ne yönde olmalıdır” sorusu zihinleri ciddî manada meşgul etmektedir.

Türkiye’de maalesef Tanzimat’tan bu yana Batılı değer ve kurumlara yönelik özenti ve öykünme geleneği mevcuttur. Her türlü sorunlarımızın çözümü Batılı menşeli çözümlerde aranmaktadır.  Bu dönemdeki asker ve sivil bürokrasi, aydın olarak nitelenen düşünce adamları, gazeteciler vd. hep bu özenti ve öykünmenin öncü aktörleri olmuşlardır. Hatta bu özenti ve öykünme o derece ileri götürülmüştür ki, bunlardan bir kısmı, “Batı, kendi dinlerini terk ederek ya da reforme ederek geliştiğine göre, bizim de, ya Hıristiyanlaşmamız ya da İslam Dinini terk ederek pozitivist fikirleri benimsememiz lazım” düşüncesine odaklanmıştır.

Oysa her milletin iklimden, geleneklerden, kültürden, tarihten gelen bazı hususiyetleri, hassasiyetleri, alışkanlıkları, kendilerine mahsus farklı hissiyatları mevcuttur. Esasen bütün bunlara rağmen, bunları gözardı ederek etkili icraatlar ve kurumsal yapılanmalar, sistemsel tercihler yaparak başarılı olabilmek pek mümkün değildir.

Bazı misaller vermek gerekirse; Batı’da akıl temelli hak ve hürriyet eksenli refleksler belirgindir. Doğu’da ise hissiyat ön plandadır; haklara yönelik çoğu ihlâllere yönelik pek etkili tepki verilmez. Dinî temelli hassasiyetler Batı’ya kıyasla Doğu’da daha etkindir. Batı’da uzlaşı kültürü daha ileri düzeyde iken, doğuda ihtilâflar ve çatışmalar daha yaygındır; uzlaşı kültürü oldukça zayıftır. Türkiye, her ne kadar Batılı ülkeler liginde yer almak istese de, Doğu’ya mahsus bazı özellikler hâlâ etkinliğini sürdürmeye devam etmektedir.

O zaman Batılı kurumların aynen alınması bazen sorunlara yol açabilmektedir. Bu konuda Bir İslam aliminin şu sözü akla gelmektedir: “Âlim-i mürşid (irşad edici, yol gösterici bir âlim) koyun gibi olmalı, kuş gibi olmamalı. Koyun kuzusuna hazmı en müsait olan süt, kuş ise yavrusuna kay (kusmuk) verir”. Burada konumuzla alâkalı olarak ifade edilmek istenen bir mana şudur: “Düşünce üretmeye çalışan bir düşünür, Batılı düşünce ve kurumlardan, sistemlerden faydalanırken, onların bazı kendilerine mahsusluk arz eden özelliklerini dikkate alarak, onların sistemlerini taklit tarzında aynen kabul etmek yerine; onlardan esinlenerek kendi şartlarına uygun çözümler geliştirir. Aksi takdirde önerilen sistemin işlerliği ve uygulanabilirliği konusunda değişen ölçülerde sorunlar yaşanabilir”.

Bu sözün manası ile uyumluluk arz eden bir hikâye anlatılır. Rivayete göre, 1950’li yıllarda Erzurum’da Atatürk Üniversitesi kurulurken, “bu şehre en uygun üniversite projesinin ne olması gerektiği” yönünde bir araştırmaya girişilir. O zaman birileri İsrail’de bir üniversite projesinin çok güzel, mimarî yapısının çok estetik olduğunu söyler. Bunun üzerine heyet gönderilir ve gerekli incelemeler yapıldıktan sonra bu proje çok beğenilir ve üniversite bu proje ile birebir uyumlu olarak yapılır. Fakat emsal alınan üniversite İsrail’deki sıcak iklim şartlarına göre yapıldığı için, özellikle sıcak mevsimlerde cereyan meydana gelerek serinlik ortaya çıksın diye kapı ve pencerelerin alt, üst ve yan taraflarında boşluklar bırakılmıştır. Bu proje aynen benimsendiği için, Erzurum’da da benzer şekilde kapı ve pencerelerin alt, üst ve yan taraflarında boşluklar bırakılır. Bunun üzerine kış ayları geldiği zaman talebeler soğuktan tir tir titremeye başlayınca, bu boşlukları kâğıt ve bez parçalarıyla kapatmaya başlarlar; kısaca ucube bir durum ortaya çıkar.

Şimdi gelelim hükümet sistemi arayışlarına. ABD başkanlık sistemi, ABD’nin kuruluş şartları ortamında, o dönemin İngiliz sisteminden de etkilenerek benimsenmiştir. Bu evrede İngiliz sistemi aynen alınmamış; onlardan esinlenmek suretiyle kendilerine mahsus bir sistem oluşturulmuştur; bu sistemin adı “başkanlık modeli”dir. Güçlü bir başkan olsun fakat bu başkan kral olmasın denilmiştir. O dönemde İngiltere’deki yasama ve yürütme üzerinde etkin olan krallık yerine, kuvvetlerin katı olarak birbirinden ayrıldığı bir başkanlık modeli benimsenmiştir. Zamanla bu sistem hukuk devleti ile uyumlu olarak gelişme kaydetmiştir.

Türkiye’de de takriben yüz küsür senedir hükümet modeli tartışmaları mevcuttur. İkinci meşrutiyet döneminde tatbik edilen parlamenter sistem bir müddet (yaklaşık beş yıl) sonra İttihat ve Terakki Partisi’nin otoriter rejimine dönüşmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında her ne kadar meclis hükümeti ağırlıklı bir sistem en azından kurumsal düzeyde benimsenmiş olmakla birlikte zamanla işleyiş parlamenter sisteme yaklaşmış gibi görünse de, zamanla başkanlık modelini andıran bir uygulama ortaya çıkmıştır. Gerek 1938 yılına kadar Mustafa Kemal, gerekse 1938-1950 arası dönemde İnönü, sistemin tek belirleyici unsuru haline gelmiştir. Hatta, ilk TBMM’de muhalif cenah “TBMM’nin üstün olması, bütün güçlerin TBMM’de toplanması gerektiği” fikrini savunduğu halde, bu durumu “meşrutiyet” olarak niteleyen Mustafa Kemal, şiddetle ve hararetle “kuvvetlerin yürütmede toplanması gerektiği” fikrini savunmuştur. Bu ihtilafta her ne kadar anayasal zeminde yasama ve yürütme kuvvetlerinin TBMM’de içtima ettiği belirtilmiş ise de, uygulama Mustafa Kemal’in fikirleri istikametinde olmuştur. Devlet başkanı merkezli bir yapı ortaya çıkmış; TBMM ve hükümetin etkinliği büyük ölçüde zayıflatılmıştır.

Her ne kadar ilerleyen yıllarda 1961 ve 1982 Anayasaları zamanında parlamenter sistem tatbik edilmiş ise de, Türkiye’de çok sayıda bu sistem temelli derin krizler yaşamıştır. Özellikle koalisyon dönemlerinde ortaya çıkan krizler, bazı kereler sistemin dibe vurmasına sebep olmuş; bu durumun ekonomik, sosyal, kültürel, siyasî vb. bedelleri olmuştur. Son 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşanan ve ekonomiyi derinden etkileyen sorunlar bunun en son misalini teşkil etmiştir.

Kanaatimce, Türkiye’de yaşananlar dikkate alındığında, parlamenter sistem kusursuz ve sorunsuz uygulamalara imkân vermemektedir. Her ne kadar bazı dönemlerde istikrarlı uygulamalar olsa da, bir müddet sonra sistemsel sorunlar tezahür ederek ciddî tıkanmalara, sorunlara sebep olmuştur. Bu sistemde ısrarcı olmak, Türkiye’nin muhtemel krizlere hazır olmasını kabullenmek manasına gelmektedir.

Bu sebeple kanaatimce Türkiye için daha isabetli hükümet modeli Başkanlık sistemidir. Ama yukarıda sözünü ettiğim sözde de ifade edildiği gibi, bu model, tıpa tıp ABD modeli olmamalı; Türkiye’nin kendine özgü yaşanması muhtemel tıkanıklıkları aşıcı unsurları da içeren bir model olmalıdır. Nasıl parlamenter sistem İngiltere’deki tarihî sürecin bir neticesi olarak ortaya çıktıysa; Fransa, yarı başkanlık sistemini, herhangi bir ülkeye öykünmeksizin kendi siyasî, sosyal, kültürel vb. şartlarına uydurarak ortaya çıkardıysa; Türkiye de kendi şartları ile uyumlu bir hükümet modelini bulmalıdır. Bunu bulamadığı takdirde daha çok hükümet sistemi temelli sorunlar yaşanır.

Tıpkı İsrail’den aynen alınan bir üniversite modeli nasıl Erzurum şartlarına birebir uymadıysa, tıpatıp bir ABD modeli de Türkiye’nin şartlarına uyum sağlamayabilir. Bu vesileyle Türkiye’nin şartları da dikkate alınarak, anayasal demokrasi, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerinin göz ardı edilmediği bir başkanlık modeli bulunabilir. Yeter ki, bu konuda çaba sarf edilsin; niyetler bunu bulmaya yönelik odaklansın.

* Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et