Türkiye’de en çok heyecan uyandıran kavram yenidir. Toplum olarak yeni olana ve taze başlangıçlara susamış durumdayız. Yenileşme vaadinde bulunan programlara Türkiye toplumu hep destek oldu. Geniş toplum kesimleri, geçmişte sözün millete ait olduğunu söyleyen, düzenin değişmesini savunan, nurlu yarınlar ve aydınlık Türkiye vadeden siyasi partilere oy verdi ve iktidara getirdi. Türkiye’nin sosyal ve siyasi hayatında yeni olanı vaat etmenin hep ciddi bir karşılığı bulunmaktadır.
Yeninin Türkiye toplumundaki ciddi karşılığının farkında olan gazeteler, yeni olmak iddiasıyla kendilerini formatladılar. Bazı gazeteler Yeni Türkiye’nin Gazetesi sloganıyla veya Yeni Türkiye ismiyle yeniden ortaya çıktılar. Geçmişte Yeni Türkiye Partisi ismiyle partiler kuruldu.
Ak Parti, Yeni Türkiye vaadiyle iktidara geldi. Ak Parti, 2002 sonrasını Yeni Türkiye olarak nitelerken ondan öncesini Eski Türkiye olarak nitelemektedir. Kamu Güvenliği ve Müsteşarlığı tarafından yayınlanan kitapta son on yıl, “Sessiz Devrim” kavramsallaştırmasıyla Yeni Türkiye’yi Ak Parti’nin nasıl gerçekleştirdiği anlatılmaya çalışılmaktadır.
Türkiye toplumunda yeni kavramının bu kadar ciddi bir karşılığı olması üzerinde düşünmeye ihtiyaç vardır. Toplumun yeniye ve değişime olan açlığını iyi okumak lazımdır. Türkiye toplumu, demokrasiye, hukuka, barışa ve özgürlüğe aç durumdadır. Toplumun yeni olana desteğini, aslında demokrasiye, barışa, adalete ve özgürlüğe olan destek olarak okumak ve anlamak lazımdır.
Yeni Türkiye kavramı uzun süreden beri kullanımda olmasına rağmen, Yeni Türkiye’nin bir realite mi yoksa bir efsane mi olduğu sorusu önümüzde cevapsız olarak durmaktadır. Demokrasi, barış, özgürlük ve hukuk standartları açısından bu sorunun cevaplandırılması ve sürekli olarak test edilmesi gerekmektedir.
21 Mart 2013 Newroz’undan beri Türkiye, barış süreci denilen bir dönemden geçmektedir. Marttan beri silahlar susmuş, PKK mensupları sınır dışına çekilmeye başlamış, Öcalan’la ile hükümet yetkilileri arasında gizli görüşmeler ve mutabakatlar yapılmaktadır. BDP heyetleri, aralıklarla Öcalan’la İmralı’da görüşmeler yapmaktadır. Varılan mutabakata göre PKK mensuplarının Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı sınır ötesi bölgeye çekilmesinden sonra hükümet yol temizliği denilen demokratik reformları ve politikaları gerçekleştirmek üzere adımlar atacaktı. Ancak gelinen durumda hükümet, örgütün tam olarak sınır dışına çekilmediğini söylerken, örgütte hükümetin demokratikleşme konusunda yapması gerekenleri yapmadığını ifade etmektedir. Bunun üzerine KCK, sınır dışına çekilmenin durduğunu açıklamıştır. Demokratikleşme ve geri çekilme konusunda tarafların ifade ettiği tutumlar, barış sürecinin tıkandığını göstermektedir. Meydana gelen bu gelişmeler üzerine bir BDP heyeti, İmralı’da Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonucunda BDP heyeti, Öcalan’ın sürecin formatının yenilenerek bir müzakere aşamasına evrilmesi gerektiği şeklindeki mesajını kamuoyuyla paylaştı. Bu çağrı, doğal olarak sürecin formatının yenilenmesinin ne anlama geldiğine dair tartışmaların kamuoyunda yapılmasına neden olmaktadır.
Barış süreci üzerinden yapılan format tartışması, aslında tek bir konuyla sınırlı bir tartışma değildir. Tartışma, bütün Türkiye bağlamında yürütülmesi gereken bir yenilenme ve inşa süreci tartışması olarak sürdürülmelidir. Ancak barış sürecindeki format tartışması bile, Öcalan’ın sürece daha etkin katılabilmesi için iletişim ve görüşme imkanlarının sağlanmasıyla sınırlı kalacak şekilde yapılmaktadır.
Türkiye’nin mevcut formatı, darbeciler tarafından hazırlanan 1982 anayasasıdır. Son on yılda yeni sivil ve demokratik anayasa sözü Türkiye toplumuna verilmiş olmasına rağmen, bu hala gerçekleştirilmiş değildir. Meclis’te kurulan anayasa yapım komisyonu, elli madde üzerinde anlaşmış, ama yeni sayılabilecek bir anayasa metni ortaya koyamamıştır. Şu anda yeni sivil ve demokratik bir anayasa hedefinden vazgeçilmiştir. Yapılacak düzenlemelerle mevcut eski anayasaya bir geçiş anayasası formatı verilmeye çalışılmaktadır. Geçici yapılmaya çalışıldığı iddia edilen aslında kalıcı hale gelen mevcut anayasanın değişmez maddelerine ve ruhuna hiçbir şekilde dokunulmamaktadır. Türkiye’ye verilen formatın özü, değişmez maddeler olarak ifade edilen başlangıç hükümlerinde ifadesini bulmaktadır. Aslında bu maddelere dokunmamakla, Türkiye toplumuna ve devlete verilen formatın yenilenmeyeceği net olarak ortaya konmuş olmaktadır.
Format olarak anayasasını değiştiremeyen Türkiye’de siyaset ve toplumsal ilişkiler hala eski Türkiye’nin temelleri üzerinden yapılmaktadır. Türkiye’de siyaset din, etnisite ve mezhep üzerinden yapılmaktadır. Şu anda Meclis’te bulunan siyasi partiler, inanç, milliyet ve mezhep üzerinden siyaset yapmanın sonucu olarak var olan yapılar olarak algılanmaktadırlar. Siyasetin hukuk, özgürlük, barış ve refah temelinde yapılması olgunluğuna hala ulaşılmış değildir. Etnisite ve inanç üzerinden siyaset yapıldığı için kurucu formatın yarattığı Kürt ve Alevi sorunları bütün yakıcılıkları ve çözümsüzlükleriyle ülkemizin en ciddi sorunları olarak var olmaya devam etmektedirler. Anadilde eğitim hakkı ve Cem evinin ibadethane olup olmadığına dair kısır tartışmalar ve polemiklerle enerji ve vakit harcanmaktadır.
Eski formatın belirleyici olduğu günümüz Türkiye’sinde yenilik ve değişim ihtiyacı ve açlığı demokratikleşme denilen paketlerle tatmin edilmeye çalışılmaktadır. Daha önce de açılım denilen girişimlerle yenilenme ihtiyacı giderilmek istenmişti. Şu an açılımların yerini paket girişimleri almış bulunmaktadır. Demokratikleşme denilen paketten ne çıkacağına dair hiç kimsenin bir fikri bulunmamakta, sadece paketten sürprizler çıkacağı ifade edilmektedir. Demokratikleşmeye dair hiçbir toplumsal tartışma ve katılım gerçekleştirilmeden demokratikleşme paketi hazırlamak, eski düzen anlayışını tezahür ettirmektedir.
Türkiye’nin yeniden formatlanması PR niteliği taşıyan açılım ve paket girişimleriyle gerçekleşemez. Format kavramı, sadece formda değil aynı zamanda muhtevada köklü bir değişimi ve yenilenmeyi gerektirmektedir. Türkiye, hukuk, demokrasi, özgürlük ve barış ekseninde kendisini radikal bir şekilde yeniden formatlamalıdır. İktidar aktörlerini değiştirmek, hiçbir şekilde yeni Türkiye anlamına gelmemektedir. Sözde yeni Türkiye, sadece özde eski Türkiye’yi maskeleyen bir slogan olarak hepimizi tuzağa düşürebilir ve kandırabilir. Anayasasını, hukukunu, devlet kurumlarını, sivil-asker ilişkilerini, eğitim sistemini, uluslar arası ilişkilerini çoğulculuk, özgürlük ve hukuk çerçevesinde yeniden inşa etmesi durumunda Türkiye, ancak sahici anlamda yeni sıfatına sahip olabilir. Sahici bir yeni Türkiye, sahici anlamda barışı gerçekleştirebilir, sivil bir anayasa yapabilir, hukukun üstünlüğüne göre devleti inşa edebilir, Kürt ve Alevi sorunlarını çözebilir, en önemlisi insanların değişim ihtiyacını tatmin edebilir.