Ülkeler için bazı anlar önemlidir. Bunların başında ‘yükseliş anı’ vardır. Yükselişin iyi yönetilmesi gerekir çünkü tırmanışa geçen ülkeyi aşağı çekmek ve yere çakmak isteyen güç odakları, devletler olur.
Türkiye de tam böyle bir yerde. Demokrasisi pekişiyor, ekonomisi gelişiyor, bölgede ve dünyada itibarı artıyor. Üstelik bu, ‘toplum odaklı’ topyekûn bir süreçle gerçekleşiyor. İşin içinde her boydan şirketler, sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları ve cesur girişimci bireyler var. Yani kendi dinamikleri olan sivil bir kalkınma, yayılma dalgası egemen. Talep de, nüfuz da, itibar da alttan geliyor.
Sonuçta Türkiye’nin küresel görünürlüğü ve etkisi yükseliyor. Dünyanın gözü üzerimizde. Gün geçmiyor ki bu güç ve yükseliş dünya medyası, düşünce kuruluşları ve analistler tarafından ele alınmasın. İngiltere’de doktora yaptığım 1980’lerin sonunu hatırlıyorum da, Türkiye’nin adı kolay kolay geçmezdi Batı medyasında. Uluslararası sistemin kenarında etkisiz bir eleman olarak görülürdü Türkiye. Ya bir insan hakları ihlali veya bir terör eylemi nedeniyle gündeme gelirdik.
O günler geride kaldı. Dünyanın her yanında Türkiye üzerine çalışmalar yapan, analizler ve kitaplar yazan insanların sayısı hızla artıyor. Son yıllarda yolu Ankara’dan geçen devlet adamı, gazeteci ve analistler Türkiye’nin dönüşümünü, yükselen gücünü, bölgesel politikasını anlamaya çalışıyorlar.
Demokrasisinin artan kalitesi, ekonominin etkinliği, toplumun cevvaliyeti Türkiye’yi bölgede bir ‘yumuşak güç’ haline getirdi. Bölge ülkelerinin gücünden korktukları bir ülke değil, başarılarına ‘öykündükleri’ bir ülke… Krizlere dayanıklı bir ekonomi, değişimi ve başarıyı kovalayan bir toplum ve meşruiyeti tartışmasız bir siyasal iktidarı var. Türkiye’nin etkisini, tepkisini, katkısını hesaba katmadan bölgesel konuları konuşmak mümkün değil artık.
Ancak tekrar edeyim; bir ülkenin en dikkatli olması gereken dönemin ‘yükseliş’ dönemi olduğunu düşünüyorum, tıpkı bir uçağın kalkış anı (take off) gibi.
Ülke olarak yükselişteyseniz etrafınızda bundan memnuniyet duyacaklar kadar rahatsız olacaklar da vardır. Siz yükselirken, bölgede nüfuzunuz artarken birileri de düşüş halindedir. Hatta siz yükselerek birilerini aşağılara çekiyor olabilirsiniz. Yükselen ülke olarak etrafta kıskançlıklar da yaratırsınız, düşmanlıklar da…
Başınıza bir ‘yol kazası’ gelmesi için tuzaklar kurulabilir, destekler verilebilir ve hatta bizzat siz ülke olarak ‘dolduruşa getirilebilirsiniz’.
İşte bu son nokta da önemlidir; dolduruşa gelmek, getirilmek. Yükselen ülkede hükümet de toplum da dünyaya daha bir gururla ve özgüvenle bakmaya başlamıştır. Yükselme anı tehlikelidir, diyorum; çünkü yükselen güç özgüven patlaması yaşar ve mevcut gücünü aşan işlere kalkışabilir. Risk buradadır.
Rakipler, rahatsızlar olanlar, gücü göreceli olarak azalanlar ‘yükselen güç’ün ‘yere çakılması’nı isterler daha sağlam, sarsılmaz bir noktaya ulaşmadan önce.
Bence Türkiye tam da bu aşamada. İçerde Kürt sorunu ve asker-sivil ilişkilerinde yaşanacak derin bir kriz, dışarda İran, Suriye ve İsrail’le patlayacak bir çatışma ‘yükselen Türkiye’yi yere çakmak isteyenler için bulunmaz bir fırsat sunar. Bu risk alanlarında çok dikkatli olmak zorunda hükümet. Bunlardan birinde ‘güç sarhoşluğu’na düşüp ‘sert ve çatışmacı’ bir noktaya yönelmek Türkiye’nin yükselişini durdurabilir. Ülkeyi bu önemli ‘take off’ aşamasına getiren hükümetin fevri davranışlara girmek yerine hesabını iyi yapması lazım. Türkiye, çok iyi bir yolda. Zamana, daha doğrusu istikrara ve barışa ihtiyacı var. Yükselişi gerçekleştirmek kadar yönetmek de önemli. ‘Biz olduk’ demek için erken.
Hükümet şunu bilmeli; her türlü ‘sıcak çatışma’ veya buna yakın bir durum Türkiye’ye zarar verir, bölgeye açılan ve yayılan Türkiye’nin sivil güçlerini ve siyasal nüfuzu ülke sınırlarına geri çeker. Ayrıca, çatışma görüntüsü dünyadan Türkiye’ye akan ekonomik unsurları tereddüde sevk eder. Sıcak çatışmaya yakın görülen her ülkeden para da insan da kaçar.