Tunus’ta Yine Neler Oluyor?

 

‘Arap Baharı’ Ocak 2011 yılında Tunus’ta başlamıştı. Aralık 2010’da   Mohammad Bouazizi kendini ateşe verdiğinde protestolar başlamış ve ardından olaylar giderek artmış, Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin istifa etmek durumunda kalmıştı. Görevden ayrılan Abidin’in yerine teknokratlardan oluşan bir hükümet kurulmuş, Ekim 2011’de de Tunus, Arap Baharı’nın ilk seçimlerine gitmişti.

Tunus’ta yaşanan olaylar bir çok Arap ülkesine ilham vermiş, Mısır ve Libya gibi birçok ülkede ayaklanmalar ve çatışmalar, ‘dikatatör’ devlet başkanlarının devrilmesine neden olmuştu. Bu durum, Arap Baharı ülkelerinde (Tunus, Cezayir, Ürdün, Mısır, Libya vs.) ayaklanan halkların demokrasi ve insan hakları taleplerinin karşılık bulacağı, en azından bu halkların insani yönetimlere kavuşacağı heyecanını uyandırmıştı. Ne var ki Tunus’ta yaşanan son gelişmeler, bu heyecanın kaygıya dönüşmesine neden olmaya başladı ve akıllara bir dizi soruyu da beraberinde getirdi. Nitekim Libya’da Kaddafi sonrası henüz bir istikrarın sağlanamamış olması, Mısır’da halihazırda devam eden hareketlilik bu soruları zihinlerimizde daha da belirgin hale getirmektedir.

Tunus 2011’de seçimlere gidip Moncef Marzouki Cumhurbaşkanı seçildiğinde, Tunus’ta yaşanan sürecin demokratikleşme yönünde devam edeceği ve bu durumun diğer Arap Baharı ülkelerine örnek olacağı beklenmekteydi. Ne var ki Hükümetin Nahda Hareketin’den gelme ılımlı İslam yönelimi ile liberal-seküler kesim arasında aylardır süren gerilim ülkede, başlangıçta oluşan olumlu havanın giderek bozulmasına neden oldu. Bu gerilim ise son olarak Nahda Hareketi’ne muhalif, Halk Cephesi oluşumunun öncü liderlerinden Şükrü Belayid’in 6 Şubat 2013’te öldürülmesi üzerine patlak verdi. Belayid cinayeti, 2011 seçimlerinden bu yana Tunus’ta işlenen ilk siyasi suikastti. Suikast haberinin duyulması üzerine İçişleri Bakanlığının önünde binden fazla protestocu toplandı ve Hükümeti protesto etmeye başladı. Yer ve zaman da aslında oldukça anlamlıydı, çünkü iki sene önce bu zamanlarda ve aynı yerde Arap Baharı başlamıştı.

7 Şubat’ta Başbakan Hammadi Cibali, Nahda Hareketi’ne kabinede değişikliğe gidilmesi yönünde öneride bulunduysa da bu kabul edilmedi ve bunun üzerine protestolar giderek büyümeye ve diğer şehirlere sıçramaya başladı. Polisle yaşanan çatışmalarda ortaya çıkan görüntüler bir yandan devrik diktatör Zeynel Abidin’e karşı yapılan gösterileri hatırlatırken diğer yandan da ülkede artan istikrârsızlığa ilişkin korkuları arttırmaya başladı. Bu defa korkulan bir diktatörün faaliyetleri değil istikrârın yok olmasıydı. Nitekim taraflardan yapılan açıklamaların içeriğinde temel vurgu ve risk altında olduğu düşünülen durum istikarârdı.

Tunus’taki olayların giderek artacağı ve muhalefetin, gösterileri büyüteceği beklenen olasılıklar arasında. Öbür taraftan, yaşanan şiddetin derecesi de artacak gibi görünüyor. Bu, ülkedeki kutuplaşmanın daha derinleşmesine yol açacaktır elbette. Daha kötüsü, Tunus’taki istikrarın yok olması ve Arap Baharı’nın simgesi haline dönüşmüş bu ülkenin yeniden kaosa sürüklenmesi diğer Arap Baharı ülkeleri açısından da beklentileri düşürecektir.

Bütün bu kaygıların ötesinde, Arap Baharı’yla ditatörlükten demokrasiye dönüş yaptığına inanılan bu ülkelerin istikrarlı demokrasilere nasıl kavuşacağı sorusu daha kafa karıştıcı. Bu noktada tek önemli olanın demokrasiye kavuşmak, yani halkın seçimlere katılıp kendi yöneticisini belirlemek olmadığını hatırlamakta yarar var; çünkü esasında demokrasi sonuçta bir yönetim tarzı, yani çoğunluğun yönetimi demek. Bu herhalükârda bireysel hak ve özgürlüklerin korunacağı ya da bu yönetimin tiranlığa dönüşmeyeceği anlamına gelmiyor. Demokrasi bir yönetim şekli olarak kötüler arasında en iyisi olsa da demokrasinin nasıl bir demokrasi olduğu çok daha önemli. Bireysel hak ve özgürlüklerin belirli mekanizmalarca korunmadığı, çoğunluğun karşısındaki azınlığın haklarının önemsenmediği, yani anayasal ya da hukuk devletine dayalı olmayan bir demokrasi her halükârda tehlikeli ve yozlaşma potansiyelini taşımaktadır. Sonuçta, demokrasi, siyasal iktidarın nasıl belirleneceğine ilişkinse ve siyasal iktidar işin içindeyse dikkatli olmak gerektiğini unutmamak gerekir.

Tunus’ta bugün yaşananlar, kültürcü ve özcü bir yaklaşımla, aslında Arap Baharı (Müslüman) ülkelerinin liberal bir demokrasiye kavuşamayacağı yorumunu akla getirebilir. Bu yorumun haklılık payı var mıdır yok mudur bir yana, önemli olanın bu ülkelerde liberal demokratik kurumların oluşmasına izin verecek süreçlerin önüne geçilmemesidir. Bu, bir zaman meselesi olmakla birlikte kültürden öte zihniyetle ilişkilidir. Zihinlerin dönüşmesi ise birçok karmaşık ilişkinin (zaman, deneyim, ilişkiler, etkilenme vs.) bir aradalığı demektir ki bugün liberal demokrat saydığımız neredeyse tüm ülkelerin bu karmaşık ilişkilerden ortaya çıktığını kabul etmeliyiz.

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et