O kaçınılmaz şeyi ben de yaşadım, sınıra gelir gelmez kendi ülkemle birazdan topraklarına gireceğim ülkeyi kıyaslamaya başladım. Sarp Sınır Kapısı’nda geçirdiğim 20 dakikada dünyanın tespitini yaptım: Gişedeki pasaport kontrol memurunun pasaportuma geçiş damgasını vurması tam beş dakika sürdü. Ben acaba bir problem mi var, neden uzatıyor işlemi diye kan ter içinde beklerken, gişedeki memurun diğer memurla yaptığı geyik muhabbetinin boynuzları kulübenin dışına taşıyordu. Herhangi bir sorun yoktu, memurun keyfinin gelmesini bekledim beş dakika boyunca. Sonra pasaporta damgayı vurdu, işinden ne kadar sıkıldıysa artık, kendine eğlence haline getirdiği her halinden belli bir hareketle pasaporta havada birkaç tur dönecek şekilde kavis vererek, önündeki küçük çıkıntıya denk gelecek şekilde fırlattı. İşinde baya uzmanlaşmıştı, iki pasaportun ancak sığacağı kadarlık bir çıkıntıya, havada beş tur atan pasaportu düşürmeden denk getirebiliyordu, takdir ettim. Gürcistan gişelerinde ise “başka bir ülke”ye geçtiğiniz çok belli oluyordu. Gayet güzel ve nazik bayan gişe memurları incelemenin her aşamasında bilgi veriyor, sonra da “Hoşgeldiniz Harun Bey” diye pasaportu gülümseyerek uzatıyordu.
Sarp Sınır Kapısı’ndaki görüntüyü, ilk defa yurt dışına çıkıyor olmamdan dolayı, belki çok eleştirel bakıyorum diye önemsemedim ama aslında mesele gayet netmiş: “kağıt üstünde” bir ahlaka sahip bir millet olarak AB’ye biraz zor gireriz kanaatine vardım. AB mesele değil, “Kopenhag Kriterlerini” “Ankara Kriterleri” yaparız ama Ankara Kriterleri de “kağıt üstünde” kalır, onu diyorum. AB’den kastım aslında “medeni bir ülke olma” ideali. Bizim o iş biraz zor gibi…
***
Tiflis’in en büyük korkusu ve belki geçmeyen gündemlerinden birisi Rusya tehlikesi. Herhangi bir politik gelişme olduğunda gazeteleri “Rusya bundan hoşlanmayacak” manşetiyle çıkıyor. Onun haricinde ülke büyük bir iştiyakla AB’ye girmek için gerekli özgüveni toplamaya çalışıyor. Tiflis’e iner inmez dikkatimi çeken küçük birkaç ayrıntı, AB’ye bizden önce girebileceklerini düşünmeme neden oldu, pek haksız çıkacağımı sanmıyorum.
Otogar ortamı, taksicilerin davranışları ve taksilerin eskiliği Türkiye’nin 20 yıl gerisini hatırlatıyor. Bu manada Gürcistan, Türkiye’nin 1990’larını yaşıyor diyebilirim. Her köşe başında döviz büroları, 90’ların Türkiye’si gibi bir döviz çılgınlığı var. Bu döviz çılgınlığını turist trafiğine bağlamak zor çünkü turistik bir bölge değil. Bu döviz alışverişi tam da Türkiye’nin 1990’larındaki gibi kırılgan ekonominin doğurduğu korku ve umuttan doğan bir döviz çılgınlığı. Fakat aynı şekilde, 1990’lardaki AB’ye girmek için gösterilen çaba ve AB hayalinin canlılığı ile oluşan heyecan da birebir şehirde görülebiliyor.
AB’li parlamenterlerle ve AB ülkelerinden yatırımcılarla programlar düzenleniyor. Polonya başbakanı ve Polonyalı yatırımcılar bu hafta Gürcistan’da ve nerdeyse gazetelerin gündemi buna ayrılmış durumda. Geçen sene büyük otel zincirlerinden Radisson bir otel açmış Tiflis’e, bu sene de Batum’a açıyor bir tane. Gürcistan yatırımcı çekmek için ne gerekiyorsa yapıyor, yatırımcılar da “gelişmekte olan” bu ekonomiyi fark etmiş durumda. Manzara tam anlamıyla 1990’ların Türkiye’si.
Bu manzara, Gürcistan’ın AB macerası açısından Türkiye’ye çok benzediğini ama manzaradaki iki ayrıntı, süreç açısından bizden çok daha hızlı yol alacağını düşündürdü bana. Birincisi emniyet kemeri zorunluluğu, ikincisi kamyon ve otobüs şoförlerinin sürüş saati sınırlaması…
Şehre iner inmez, Türkiye’den alışık olmadığım bir şeyle karşılaşmadım. Otobüsten iner inmez etrafınızı saran taksici kalabalığı ve turist olduğunuzu anlar anlamaz tacize varan ısrarlar, sadece şimdiye kadar başıma gelmemişti, yoksa Türkiye’de sık rastlanan bir durum. Döküntü bir Mazda taksisi olan taksiciyle anlaştım. Normalde 5 dolar tutacak bir yol için 15 dolar istedi, pazarlıkla 10 dolar’a anlaştık. Taksiye bindik, bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama ben anlamıyorum, arabayı çalıştırmıyor. Sonra uzanıp emniyet kemerini tutunca anladım, emniyet kemerini takmayınca arabayı çalıştırmadı. Emniyet kemeri zorunluluğu geçen sene getirilmiş fakat kural o kadar yerleşmiş ki, bindiğim bütün taksilerde aynı şeyi yaşadım, kemeri takmayınca hareket etmiyorlar.
Hali hazırda, kamyon şoförlerinin sürüş sürelerini 9 saatle sınırlama tartışılıyor. AB standartlarına uydurmak için yapılan çalışmalar sürekli gündemde. Muhtemelen birkaç ay içinde bu da kanunlaşacak ve yürürlüğe girecek. Emniyet kemeri gibi, katı bir şekilde uygulanacak.
Bu örnekler bence sembolik ve bir o kadar fikir verici. Zira bizde emniyet kemeri zorunluluğu geleli çok oluyor ama uygulamada öyle bir zorunluluk yok, kanun “kağıt üstünde”!. Burada sürüş saatleri kısıtlanınca muhtemelen çok katı uygulanacak ama Tiflis’e gelirken bindiğim otobüsün şoförü Ankara’dan Artvin’e kadar kullandı, tamı tamına 16 saat. Mesele kuralın ne olduğu değil, kanunlara uyma ahlakının ne alemde olduğu. Gürcistan, bir kural varsa onu uygulama ahlakına sahip bir ülke. Türkiye ise “kağıt üstünde” diye bir kavramı olan bir ülke. Kanunlar kağıt üstündedir, uygulamada kimse takmaz.
Maalesef, AB uygulamayı “takan” bir kurum. Bunları düşünürken şu habere rastladım: İngiltere parlamentosunda Türkiye uyarısı (http://bit.ly/ncaekk).
Hasıl-ı kelam; Gürcistan, bizden önce AB’ye girer, AB bizden önce birçok ayrıcalığı Gürcistan’a tanır (vize kolaylığı tanınmış bile) ve biz de bu hızlı yükselişi “abi adamlar Hıristiyan, AB de Hıristiyan, gavur gavuru tutar tabi” şeklindeki mahalle jargonu ile açıklar, kısır tartışmalarımıza devam ederiz.
Şahsen kendi gündemime on yıl sonra tekrar Tiflis’e gelmeyi aldım, on yıl sonraki Tiflis’in durumu, “Kürt Sorunu, Başörtüsü Sorunu, Kıbrıs Sorunu, Alevi Sorunu, ordunun siyasete müdahalesi ve daha sayamayacağımız kadar “Türkiye’nin kendine özgü halleri”nden doğan saçmalıklarla vakit kaybetmeseydi 2000’lerin başında nerde olurdu?” sorusunun cevabını bulacağımı düşünüyorum. Bu aptal tartışmaların, inatlaşmaların Türkiye’ye ne kaybettirdiğini on yıl sonraki Tiflis çok açık bir şekilde gösterecek gibime geliyor…
Neler kaybettiğimizi görmek açısından Gürcistan’ı takip etmenizi öneriyorum. Kağıt üstünde bir ülkeyiz ve kağıt üstünde bir medeniyet seviyemiz var. Kuralları kağıt üstünde bırakmayan, suni sorunlarla vakit kaybetmeyen bir Türkiye nerede olabilirdi, on yıl sonraki Gürcistan buna güzel bir örnek olacak.