AB ile aramızda görüş ayrılığına neden olan, son serbest vize anlaşmasının neredeyse sonunu getiren belki de Davutoğlu’nun erken bir zamanda başbakanlığı devretmesine yol açan olay “terör”ün tanımı konusundaki ayrılıktır. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan tanımın değişimine karşı çıkmaktadır.
Önce Türkiye’deki terör tanımına bakalım. 12.04.1991 tarih ve 3713 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Terörle Mücadele Kanununa göre: Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir. Tanım genel olarak subjektif, resmî ideoloji yanlısı, suçun belirsiz niteliklerle tanımlanması şeklinde yapılmış. Tanıma biraz dikkatli bakınca hemen herkesin hemen hemen tüm eylemlerinin terör tanımına gireceğini görmek mümkündür. Bu tanıma göre hepimiz birer terör suçlusu konumundayız. Avrupa Birliğinin terör tanımına gelince…
AB’de durum ile ilgili Adalet Bakanlığı bir çalışma yapmış, bu çalışmaya göre AB 11 Eylül saldırılarından sonra bir çerçeve kararı almış. Bu karara göre; kararlarda terörizmle ilgili “Bir ülkenin halkını ciddi şekilde korkutmak veya sindirmek, bir hükümeti ya da bir uluslararası kuruluşu bir şey yapmaya veya yapmamaya zorlamak ve bir ülkenin ya da uluslararası kuruluşun siyasal, sosyal, ekonomik, anayasal, temel yapısını yıkmak veya işlemez hale getirmek amacı ile bir ülkeyi ya da uluslararası bir organizasyonu ciddi zarara uğratan kasıtlı eylemleri yapmaktır” tanımlaması yapıldı. AB bu tanım ışığında terör eylemlerini de şöyle sıralamış: “Bir insanın ölümüne sebebiyet verme, bir insanın bedensel bütünlüğüne zarar verme, adam kaçırma ya da rehin alma, kamuya ait mülkiyette ya da özel mülkiyette altyapı sistemlerinden bilgi sistemine kadar insan hayatını tehlikeye sokacak şekilde aşırı kayba yol açma veya büyük ekonomik zarar verme, uçak, gemi veya diğer taşımacılık araçlarını kaçırma, silah, patlayıcı, kimyasal, nükleer veya biyolojik her türlü silah üretme, geliştirme, elde etme, taşıma veya kullanma, insan hayatını tehlikeye sokacak patlama, sel veya yangına sebep olma veya tehlikeli maddeleri yayma, bu eylemleri yapma tehdidinde bulunma.” AB tarafından sayılan eylemler, somut, delil yoluyla ispatlanan/ispatlanamayan düzgün bir hukukî metni içeriyor. Bir hukuk sistemi size “terörist” veya “terör eylemi” ithamında bulunsa hangi tanım kapsamında yargılanmak istersiniz?
Hukuk Adamları Tembelleşmektedir
Birer devlet memuru konumundaki savcılar, birçok davada, yukarıdaki saçma sapan tanıma dayanarak dava açmakta, doğru düzgün delil toplamak yerine yarı edebî iddianameler hazırlamaktadırlar. Somut delil yerine sübjektif ithamlarla dolu yargılamalardan suçlu kimseler kurtulmakta, bazı suçsuz insanlar da kodesi boylamaktadır. Örgütsel veya bireysel pek çok şiddet olayı, terör tanımındaki afakî, sübjektif, kanıtlaması çok zor veya keyfî olan iddianameler ve yargılamalar sonucu adaletin önünden kaçmaktadır. Bu durumda adaletin tecellisinin önünde ciddi engel oluşturmaktadır. Unutmamak gerekir ki insanları bir devlet çatısı altında birleşmeye iten en önemli gereksinim “Adaleti sağlamaktır”. Bu kapsamada, 1991 tarihli bu tanımı AB istese de istemese de çoktan değiştirmek gerekirdi.