Güneydoğu’da şiddet bayram arası verdi. Ama kadına yönelik şiddet bayramda bile ateşkes yapmıyor.
Gazeteler bir yandan bayramın trafik kurbanlarının bilançosunu yaparken, bir yandan da erkek şiddetinin kurbanı olan kadınların bilançosunu çıkartıyor. Hani şu, karşılıklı sevgi, saygı ve barışma günü olan bayramın, erkeklerin öfkesi üzerinde hiç de etkili olmadığını görüyorsunuz döküme bakınca.
Evet, kadına şiddet, bayram-seyran dinlemeden, dil ve din farkı gözetmeksizin her coğrafyada, her kültürde ve her sosyal sınıf içinde bitip tükenmez bir şekilde sürüyor.
Sürüp gidiyor ama aynı zamanda farklılaşıyor, nitelik değiştiriyor. Ama biz çoğu zaman bu farklılaşmayı pek fark edemeden “kadın şiddeti” deyip geçiyoruz.
Oysa birbirinden özde farklı iki tip şiddet görüyoruz kadınlara uygulanan: Bir tanesi, ataerkil kültürden beslenen, feodal anlayışlarla sarmalanmış, geleneksel şiddet… Eski tip şiddet de diyebiliriz buna. Ben farkı daha iyi açıklayabilmek için “terbiyevi şiddet” diyorum.
İkincisi de, modern zamanlarda ortaya çıkan, kadınların toplumdaki konumlarının değişmesine bağlı olarak erkeğin düştüğü büyük çaresizlik halinin ifadesi olan, çıkış bulamayan erkeğin hem kendini hem de kadını yıkmak, yok etmek için giriştiği yeni tür şiddet… Bir nevi intihar eylemi… Ben buna da “yok edici şiddet” diyorum.
X x x
Birinci tür şiddete, bu toplumda yeteri kadar yaşayan herkes son derece aşinadır.
Karısı yemeğin tuzunu kaçırdı, dibini tutturdu, sofrayı geç hazırladı ya da sormadan komşuya gitti, pazardan geç geldi diye döven kocalar mesela… Bunların karılarını öldürmek, ortadan kaldırmak ya da boşamak gibi bir niyetleri yoktur. Sadece, eşlerini (yani satın aldıkları köleleri) “terbiye edilmesi gereken” yaratıklar gibi görürler. Kendilerini de efendi. Dayak da bu terbiyenin en temel unsurlarından biridir. Tıpkı çocuklarına uyguladıkları gibi eşlerine de uygularlar. Zaten her zaman bu iki kategoriyi (çocuklar ve kadınlar) aynı kefeye koyarlar. Neden dövdün diye sorsanız size samimiyetle “Doğru yolu öğretmek, terbiye etmek için” derler. Hatta aralarında, oturup bu “terbiyevi şiddet”in dozunu; ne kadarının doğru, ne kadarının aşırı olduğunu tartışırlar. Eldeki sopanın kalınlığından tutun da kadının yüzüne vurmanın doğru olup olmayacağına kadar her şeyi “bilinçli bir eğitimci” edasıyla tartışırlar. Zira, terbiyevi şiddetin amacı kadını yıkmak, yok etmek değil; itaat düzenini sürdürmek, evdeki erkek iktidarını pekiştirmektir.
Esasında kurbanını yok eden, dolayısıyla yok edici bir şiddet türü gibi görünen töre cinayetleri de gerçekte bu “terbiyevi” şiddetin bir parçasıdır. Hiçbir baba ya da ağabey bir öfke krizi ya da cinnet hali yüzünden işlemez töre cinayetini. Töre cinayetleri gayet hesaplı, kitaplı ve mantıklıdır. Kızının eline ipi veren anne de, sandalyeye tekme atan erkek kardeş de, korumak zorunda oldukları gelenek uğruna kızlarını kurban verdiklerinin farkındadır. Evet, dolaylı bir terbiye söz konusudur burada. Kurbanı öldürürken amaçlanan şey, ona verilen ceza aracılığıyla topluluktaki diğer kadınları “terbiye” etmektir.
X x x
Şu anda gazete sayfalarına yansıyan kadın cinayetlerinin hikâyelerini okuduğumuzda, ülkemizde kadına yönelik şiddet açısından bir geçiş dönemi yaşandığını görüyoruz. Birçok olayda iki tür şiddet iç içe geçiyor, birbirine karışıyor.
Ne var ki, dikkatlice bir bakışla, geleneksel şiddet göreli olarak gerilerken; modern hayatın bir fenomeni olan yok edici şiddetin yükselişini tespit etmemiz mümkün.
Peki nedir bu yeni şiddet? Neyle karşı karşıyayız ve nasıl çözeriz?
Bugün, 02.09.2011