Temel gelir iyi bir fikir mi?

Bütünleşmiş piyasa ekonomilerinin yarattığı muazzam üretim artışı -yani zenginleşme- 19. Yüzyıl’ın ortalarında önce refah harcamalarının sonra da teorisi ve pratiğiyle refah devletinin ortaya çıkışını mümkün kıldı. Yirminci Yüzyıl, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası, bir refah devleti dönemi oldu. Batı’da, toplumda üretilen zenginliğin gittikçe artan bölümüne el koyan devletler, bunları (yoksul ve zayıfları koruma, eğitimi teşvik, gelir dağılımında adâleti sağlama gibi) gayri ekonomik kıstaslara göre ve hayırhah olduğu söylenen, çoğu zaman öyle olduğu yaygın biçimde kabul edilen amaçlarla cömertçe dağıttı. Zamanla model öylesine cazip hâle geldi ki, bir refah devleti olmak için gerekli zenginliği üretemeyen ülkelerde bile refah devleti taklit edilmek istendi. Ancak, 20. Yüzyıl’ın sonlarında refah devleti harcamaları karşılanamayacak seviyelere yükselince ve ekonomik büyüme bazı yerlerde iyice yavaşlayıp bazı yerlerde tamamen durunca, refah devleti sorgulanmaya ve kimi refah devleti uygulamalarından vazgeçilmeye başlandı. Bununla beraber, insanlar henüz refah devletinden tümüyle vazgeçme noktasına gelmedi ve belki de hiç gelmeyecek.

Refah devletinin genel olarak kendisi yanında özgül refah devleti uygulamaları da sorgulanmakta. Bazı sosyal yardımların yerine daha fonksiyonel olanların konulup konulamayacağı tartışılmakta. Şu sıralarda revaçta olan bir öneri temel gelir. Buna vatandaşlık geliri de denmekte. Özü, vatandaşlara, sırf vatandaş oldukları için, bir temel gelirin sağlanmasının devlet tarafından garanti edilmesi. Bu fikir artık neredeyse siyasî yelpazenin her yerindeki kişiler ve partiler tarafından kabul edilmekte. Hem yoksulluk ve sefaletle mücadele etmenin, hem de etkinsiz refah devleti uygulamalarından kurtulmanın bir aracı olarak görülebilmekte.

ABD’deki CATO Enstitüsü’nün Mayıs 2015’te yayınladığı, Michael Tanner tarafından hazırlanan bir çalışma temel gelirin artılarını ve eksilerini masaya yatırıyor. Rapora göre, temel gelirin üç ana biçimi var: Bir: genel bağış, iki: negatif gelir vergisi, üç: maaş takviyesi. Genel bağış, her vatandaşa veya her yetişkin vatandaşa, vatandaş olmanın dışında bir şart aranmaksızın sağlanacak bir gelir. Gelir miktarı sabit, kişilerin özel durumuna göre değişmiyor. Başka bir deyişle fakir de zengin de (ben de Mustafa Koç da) aynı miktarı alacak. Ayrıca, aile genişliği de miktara tesir etmiyor. Negatif gelir vergisi hâlihazırdaki müterakki gelir vergisiyle paralel işleyecek. Geliri belli bir seviyenin altına düşen vatandaşa, gelirini söz konusu seviyeye yükseltmeye yetecek miktarda ilâve gelir devlet tarafından sağlanacak. Gelir takviyesi de, benzer şekilde, çalışanlara gelirleri belli bir seviyenin altındaysa, devlet tarafından ek gelir sağlanması biçiminde işleyecek.

Temel gelir fikri siyasî yelpazenin solunda da sağında da yayıldı. Klasik liberal M. Friedman da solcu J. Galbraith ve J. Tobin de bu görüşü savundu. Konuyu tartışanlar genellikle müspet yanlarına dikkat çekiyor. Uygulamanın refah devletini daha iyi işler hâle getireceğini iddia ediyor. Özellikle vurgulanan noktalardan biri, aynî yardımın yerinin nakdî yardım tarafından alınmasının faydaları.

Fakirleri fakirlikten çıkarmanın yolları üzerinde düşünmek makul ve gerekli. Ancak, kâğıt üzerinde mükemmel görünen formüller fiiliyatta işe yaramayabilir. ABD’den örnek verecek olursak, bu ülkede federal devlet, federe devletler ve mahallî idareler 126 fakirlikle mücadele programında her yıl yaklaşık 1 trilyon dolar harcıyor. Sonuç pek iç açıcı değil, hatta bazı bakımlardan hayal kırıklığı yaratacak kadar kötü. Bu yüzden, hangi türden bir program geliştirilirse geliştirilsin, niyetlerle uygulama sonuçları arasında ciddî farklar olabileceğini göz önünde tutmak lâzım. Tabiî başka meseleler de var. İlki, bu tür programlara olan abartılı güvenin, meselenin özünün gözden kaçırılmasına sebep olması ihtimâli. Her türlü refah programı eninde sonunda toplumun zenginlik üretebilmesinin bir sonucudur. Bunu kavramayıp zenginlik üreten mekanizma tahrip edilirse sonuç koyulaşan ve yaygınlaşan fakirlik olur. Şöyle anlatayım: Devletin öncülüğünde refah programı yürütmek tavuk yumurtası dağıtmaya benzer. Yumurta dağıtmak, ne kadar iyi niyetli ve yararlı olursa olsun, tavukların hayatta kalmasına ve yumurtlamasına bağlıdır. Tavukları öldürürsek veya yumurtlamayacak kadar küstürürsek, yumurta dağıtma imkânı kalmaz.

İkinci mesele, temel gelir uygulamasının devletin vatandaşın hayatını tam bir takip altına almasını, bunun için dev bir bürokrasi ve gittikçe kalabalıklaşan bir mevzuat yığını yaratılmasını gerektirmesi. Liberallerin lisanıyla söylersek, bu, devletin büyümesi ve özel hayata sızması demektir. Üçüncü mesele, demokratik siyasetin makul ve mütevazı bir adım olarak başlatılan temel gelir uygulamasını iki taraflı baskıyla zıvanadan çıkarması, sürdürülemez ve idare edilemez hâle getirmesi ihtimâli. Aslında buna ihtimâl demek de yanlış, kesinlikle vuku bulacak, sadece zamanını bekleyen bir olgu.

Peki, bu sorunlara bakarak temel gelir uygulamasından kaçınılabilir mi? Gidişata bakılırsa, bu hayli zor. Temel gelir, zamanı gelmiş bir fikir niteliğine ulaşmak üzere. Biliyoruz ki, zamanı gelen fikirler engellenemez. Bu yüzden, belki de, M. Tanner’ın önerisine katılarak, genel uygulamalardan önce pilot uygulamaların yapılmasını ve alınacak sonuçlara göre ilerlenmesini talep ve tavsiye edebiliriz.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et