Türkiye, hep kendini tekrar eden bir ülke görüntüsü vermeye başladı. Her ne kadar değişen yeni Türkiye olma iddiasını taşıdığını bir süre öncesine kadar iddia etmesine rağmen Türkiye, artık bu iddiasından vazgeçmiş bulunuyor.Türkiye, değişen ve yenilenen bir ülke olmak yerine tehlikeli ilişkilerin geliştiği bir ülke olmaya başladı.
Türkiye’nin asli sorunu sahici anlamda değişememek ve yenilenmemektir.Yenilenmiş gibi yapmak sahici anlamda değişim anlamına gelmemektedir.Türkiye, değişemediği için sorunlarını çözememektedir. Sahici anlamda değişemeyen Türkiye, sorunlarını çözememesine rağmen eski rejimin Türkiye’sini üretmekte başarılı olmaktadır.
Ülkenin gündemine eski rejimin dili ve politikaları hakim olmaya başladı.Gerilim ve çatışma üzerine inşa edilen söylem ve politikalar, iktidar savaşının acımasız araçları olurken toplumsal dokuyu da zehirlemeye devam etmektedir.
Türkiye, eski rejimin yarattığı laik-dindar gerilimini uzun bir süre yaşadı. Laik-dindar geriliminin doğal olmadığı, bürokratik iktidar tarafından ustaca dizayn edildiği sonradan anlaşıldı. Başörtüsü yasağı, yıllarca bu gerilimi canlı tutmak için çözülmedi. Günümüzde laik-dindar gerilimi kısmen gündemden düşmesine rağmen, gerilim ve çatışma yaratma alışkanlığı eski rejimden günümüze miras kaldı.
Eskiden yaratılan gerilimler, çoğunlukla Türkiye’yle sınırlıydı. Günümüzde ise uluslar arası ilişkiler, yaratılan gerilimlere dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Sünni-Şii gerilimi üzerinden Ortadoğu yeniden dizayn edilmektedir. Şii ve Sünni inancı uğruna insanların ölmesi ve öldürmesi yüce amaçlar olarak sinsi bir şekilde kolektif bilinçaltına kazınmaktadır. Başka bir ifade ile insanların gönüllü bir şekilde inanç uğruna ölmeye ve öldürmeye razı edildiği bir süreçten geçmekteyiz.
Bugünlerde Esad rejimine karşı bütün Ortadoğu’da derin bir öfke vardır. Her gün yüzlerce cinayet işleyen Esad rejimi, insanlığa karşı işlenen vahşetin ve katliamın baş sorumlusudur. Esad rejiminin insanlığa karşı işlediği vahşet, Ortadoğu’nun mezhep, din ve etnisite temelindeki hassas fay hatlarını çok daha kırılgan hale getirmektedir.
Esad rejimine duyulan öfke, politikacılar tarafından bir siyasi gerilim ve çatışmanın aracına dönüştürülmektedir. Mevcut dış politikaya yönelik her eleştiri, hemen Esad yanlılığı ve Baasçılık olarak damgalanabilmektedir.CHP’yi dibine kadar Baasçılığın kirine bulaşmak şeklinde CHP ve Baas Partisi’ni özdeşleştiren dil, çok tehlikeli bir dildir.
Aynı tehlikeli dil, Alevilik konusunda da kullanılmaktadır. CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğu sık ve bilinçli bir şekilde vurgulanmaktadır. Alevilere yönelik duyarsız ve gelişigüzel söylemler ifade edilmektedir. Alevilere yönelik nefret eylemlerine karşı ciddi bir tutum geliştirilememekte ve yaşananlar küçümsenmektedir.Aleviler ve Esad rejimi arasında kimi çevreler tarafından kurulmaya çalışılan duygusal ve manevi bağlar, Aleviler arasında büyük hoşnutsuzluk yaratmaktadır.
Türkiye, Alevi sorununu normalleştiremediği gibi Kürt sorununu da çözüm yoluna koyamamıştır.Çözümsüzlük, doğal olarak kendisiyle beraber çatışmayı getirmiştir. Kürt sorununu çözemeyen Türkiye, Esad rejimini artan çatışmaların arkasındaki güç olarak sunmaktadır. Kamuoyunda Esad’a karşı olan öfke, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü meşrulaştırmak için kullanılmaktadır.
Egemen politik güçler, medyayı da kendilerine hedef haline getirmişlerdir.Beğenilmeyen yazıları yazan köşe yazarları hedef gösterilmekte, demokratikleşme yanlısı kalemler hainlikle suçlanmakta ve resmi politikanın dışında yapılan her türlü medya faaliyeti vatana ihanetle özdeşleştirilmektedir. Oluşturulan ağır ortam altında basın ve ifade özgürlüğünden bahsetmenin hiç imkanı kalmamıştır.
Esad rejimi karşıtlığı üzerinden eski rejimin Türkiye’si tekrar ihya olmakta, Aleviler, Kürtler ve medya ile özgürlükleri ve çoğulculuğu ortadan kaldıran tehlikeli ilişkiler kurulmaktadır. Uygulanan devlet politikalarını mutlak doğru kabul eden muktedir politikacılar, ‘ya bizimlesin, ya onlardansın’ dayatması içine girebilmektedirler. Devleti mutlak yüce otorite olarak gören hakim politik anlayış, kendisini devletleştirdiği gibi düşüncelerimizin, kimliklerimizin ve inançlarımızın da devletleşmesini topluma dayatmaktadır. Türkiye’yi tehlikeli ilişkiler ve gerilimler ülkesi haline getiren hayatın devletleşmesi gerektiğini savunan bu kolektivist bakış açısıdır. Sahici anlamda devletleşen Türkiye, sahici anlamda bir türlü değişememektedir.