‘Muhatabım İhsan Dağı’ demiş, sevgili Mümtaz’er Türköne önceki günkü yazısında. Emin değilim bundan ama tamam, olsun.
Öncelikle, Türköne’nin eleştirdiği yazımın esasını, ana fikrini MİT tartışması oluşturmuyor; daha genel bir ‘muhafazakârlar-devlet ilişkisi’ eleştirisi yapıyorum.
Dediğim de özetle şu: Özünde ‘sivil bir çevre’ hareketi olan muhafazakârların kendilerini devletle özdeşleştirmeleri onların ‘sivilliğini’, devletin de ‘demokratikleşmesini’ zora sokar. Devletle muhafazakârların aralarında ‘mesafe’ ve ‘eleştirellik’in kalmaması, son dönemde değişimin ana dinamiklerinden biri olan muhafazakârları hızla devletçi ve statükocu bir konuma doğru sürüklüyor, onları toplumsal dinamikleri temsil eden sivil yapısından uzaklaştırıyor.
Bu analizin üzerine ‘devlet düşmanlığı’ iması ve ‘MİT’ten mi, yabancı istihbarat örgütlerinden mi yanasın?’ sorgusu hiç de özleyerek hatırlamadığımız dönemlerin dilini ve üslubunu hatırlatıyor.
‘Devlet düşmanı’ olmadığımızın ölçütü ‘MİT’i sevmekse, sadece liberallerin değil, pek çok kişinin işi zor. Kafasına dayanan istihbarat silahıyla bile MİT’e ilan-ı aşk etmeyeceklere ne yapacaksınız?
Akla gelen en büyük suç ‘devlet düşmanı’ demek. Ama buna çok alıştık; üstelik sadece liberallere değil, İslamcılara da, dindarlara da, Kürtlere de devlet düşmanı denildi bu ülkede.
En kötücül düşmanlık türünün ‘devlet’ düşmanlığı olduğu, ‘devletle mesafeyi muhafaza etmek gerek’ diyenlerin ‘devlet düşmanı’ olarak nitelendiği bir ülkede ‘devlet meselesi’nin ne derece kavurucu, yakıcı, tüketici bir hal aldığı ortadadır.
Türköne ile ‘millî duruş’ yarıştıracak değilim. Millî duruş beklentisinin siyasal ve toplumsal ‘işlevi’ni en az benim kadar biliyordur. Kürt sorununda millî duruş, Kıbrıs’ta, Ermeni meselesinde millî duruş, anarşiye, İslamcılara karşı millî duruş, AK Parti’ye karşı millî duruş, AK Parti için millî duruş… Bu halktan ‘millî duruş’ istenmeyen bir ‘millî sorun’ kaldı mı Allah aşkına?
Devletin, otoritenin, hem de ‘gizli’ bir otoritenin ‘yüceltilmesi’ demokrasi için pek hayırhah bir netice vermez. Demokrasi devleti sorgulayabilenlerin, hesaba çekebilenlerin, eleştirebilenlerin elde edebilecekleri bir rejimin adıdır. Devleti dokunulmaz sananlar demokrasi inşa edemezler.
Barış sürecini yürüten ‘siyasî akıl’la da, onun ‘aparatı’yla da sorunum olmaz. Bu önemli işe girişmeleri onları hem bu konuda hem de diğer konularda eleştirilemez de yapmaz.
‘Muhafazakârları ikaz etme hakkı ve yetkisi’ var sanıyor demiş üstad. Kimseye parmak salladığım yok. Kendisi ne yapıyorsa bu köşede ben de aynısını yapıyorum. Muhafazakârların ‘demokratikleştirici’ bir güç olarak kalmasının şartlarını ‘tartışıyorum’.
Derdimiz demokrasi ise demokrasi devletle kendini özdeşleştirenler ülkesinde kurulamaz. Devlet ‘bizim’ ise ‘sorgusuz sualsiz’ savunmanın da devlet dâhil kimseye faydası olmaz.
Kamusal otoriteyi kullananların meşruiyetlerini ‘siz’den almasıyla ‘siz’in devlet olmanız çok farklıdır. ‘Devlet biziz’ deyip özdeşlik kurduğunuzda ‘siz’ kalmazsınız zaten; ‘siz’ devletin olursunuz.
‘Devlet var olabilmek, varlığını sürdürebilmek ve çıkarlarını koruyabilmek için demokratik olmak zorunda’ demiş Türköne. Hayır, ‘zorunda’ değil. Demokratik olmadan var olan, varlığını sürdüren, çıkarlarını koruyan o kadar çok devlet var(dı) ki… Toplumun, toplum içindeki grupların (bunların içinde elbette muhafazakârların da) aldıkları tutum devleti demokratik olmaya ‘zorlar’. Türköne’nin cevap yazdığı yazımın bağlamı bu; kendilerini devletle özdeşleştiren muhafazakârlar böyle bir demokratik yapıyı inşa etme işlevlerini yerine getiremezler.
Bırakın bizimki gibi topallayan bir demokrasiyi, demokrasinin beşiği ülkelerde bile iktidar kendini devletle özdeşleştirmeyenler tarafından ‘gözetlenir’, ‘denetlenir’, ‘eleştirilir’.
Son husus; kime sesleniyor Türköne ‘bir değeriniz, bir tercihiniz, bir idealiniz yok’ derken, bilmiyorum. Çünkü benim var; dün de vardı, bugün de var. Onlar için yaşıyor ve yazıyorum. Ancak, ‘devletten üstün’ değerlerin olduğunu devlete tutuklu kalanların anlamalarını da beklemiyorum.
Bu yazı Zaman Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.