Sürünen Sistemden Yürüyen Sisteme

Parlamenter sistem bu ülkeye 1909 yılında, bir darbe ürünü olarak getirildi. 1909-1913 arasında uygulanan bu sistem yürümedi… Süründü. 1913 yılında yapılan yeni bir darbeyle ilk parantez kapandı…

Cumhuriyetle birlikte parlamenter sistem-meclis hükümeti karması bir sistem kuruldu. Bu sistem, fiilen tek parti yönetimine dayanan, demokrasiyi içermeyen bir sistemdi… Yürümedi.

İç ve dış konjonktürün zorlamasıyla demokrasiye geçildi. 1950-60 arasında, parlamenter sistem, meclis hükümeti sistemi ve yarı başkanlık karması bir sistem kuruldu. Yürümedi.

27 Mayıs 1960 darbesini yapan darbeciler, ikinci defa olarak, teorik düzlemde yeniden saf parlamenter sistemi kurdular.

Fakat bu sistem de yürümedi; süründü. 1961-80 dönemi, zayıf ve kırılgan hükümetlerin üzerinde askerî vesayetin devam ettiği bir dönem olarak tarihe geçti.

***

12 Eylül darbesini yapanlar esasta bir değişiklik yapmadılar. Parlamenter sisteme, yarı başkanlığa ait bir takım unsurlar eklediler…

Bu sistem de yürümedi. 1990’dan itibaren ülke yeniden koalisyonların cenderesine düştü… Ve yine darbe: 28 Şubat 1997

2002’den itibaren, konjonktürün ve muhalefetin katkısıyla, tek parti hükümeti yeniden kuruldu ama 7 Haziran 2015 sonrasında yeniden koalisyon tehlikesiyle yüzyüze geldik.

Ezcümle: Parlamenter sistem bu ülkede yürüyen değil sürünen sistem oldu. Yürütme, istikrarlı ve iktidarlı bir durumda olamadı…

Parlamenter sistem, parlamentoyu merkeze oturttu. Parlamento ise, seçim sisteminin ve sosyal yapımızın bir sonucu olarak, çoğunlukla parçalı oldu…

Parlamento parçalı olunca, parlamentoya tabi olan yürütme de parçalı oldu. Zayıf oldu, kırılgan oldu. Bu da darbelere sebep oldu…

***

Dolayısıyla başkanlık sisteminin en büyük amacı, yürütmeyi yasamaya tâbî olmaktan çıkarmaktır. Yürütmeyi derive (türemiş) bir organ olmaktan kurtarmaktır.

Parlamenter sistemin doğasında parçalılık vardır; koalisyon vardır. Parlamenter sistemde koalisyon kaidedir, tek parti hükümeti istisnadır…

Bugün Avrupa’da bunun pek çok örneğini görüyoruz. Neredeyse, İngiltere hariç, Avrupa’nın tamamında koalisyon hükümetleri var…

İngiltere’de, seçim sisteminin marifetiyle, zoraki tek parti hükümeti kuruldu. Ama o da siyaseten ve fiilen zayıf oluyor… Çünkü % 34 oy almış bir parti parlamentoda %50’nin üzerinde bir sayıya sahip oldu.

Bu temsilde adalet ilkesine aykırıdır. Böyle bir hükümet meşruiyet sıkıntısı yaşar. Küçük krizlerde kolayca yıkılır.

Seçim sistemiyle oynayarak tek parti hükümetini mümkün kılmak, makul ve meşru bir yöntem değildir.

***

Temsilde adalet ve güçlü bir meşruiyet için, iktidara gelen hükümetin halk oylamasında %50’nin üzerine çıkması gerekir.

%50+1’i mümkün ve mecbur kılan tek sistem başkanlık sistemidir. Başkanlık sisteminde koalisyon ihtimali yoktur.

Parlamentoya değil halka dayanan, meşruiyet açısından sağlam bir sayıya ulaşmış hükümetler ancak başkanlık sistemlerinde mümkün olabilir.

Başkanlık sisteminde halkın temsil durumu, parlamenter sisteme göre daha yukarılardadır. Başkanlık sisteminde hükümet, mutlak çoğunluğu sağlamıştır.

Mutlak çoğunluk ise yönetimde istikrarı ve hızlı icrayı mümkün kılar…

***

Türkiye siyaset tarihine baktığımızda en büyük problemin koalisyon problemi olduğunu görürüz. Parlamenter sistemin tam olarak uygulandığı bütün dönemlerde koalisyon problemi yaşanmıştır.

Koalisyon probleminin tamamen sona ermesi için başkanlık sistemi tek çaredir.

Siyaset tarihimize baktığımızda ikinci önemli problem olarak darbeleri görürüz. Darbeler siyaset tarihimizin ayrılmaz bir parçası gibidir.

Darbeleri analiz ettiğimizde şu acı gerçeği görürüz: Darbelerin öncesinde hükümetler zayıftır ve koalisyon şeklindedir. Ve en önemlisi darbeler öncesindeki hükümetlerin halk nezdindeki sayısal durumu %50’nin altındadır.

Bütün darbeler, hükümetler %50’nin altına düştüğünde yapılmıştır.

***

1950’de %50’nin üzerinde bir oyla iktidara gelen DP, 1954 seçimlerinde de %50’nin üzerine çıktı. Ancak 1957 seçimlerinde %50’nin altına düştü.

CHP ve ona bağlı medya hemen bir meşruiyet tartışması başlattı. DP’nin %50’nin altına düşmekle meşruiyetini kaybettiği yazılıp çizildi… Yoğun propagandanın ardından 27 Mayıs darbesi yapıldı…

27 Mayıs’ın koalisyon öngörüsünü DP’nin yerine kurulun AP, 1965 seçimlerinde yerle bir etti. AP %50’nin üzerinde bir oy aldı. Ancak AP 1969 seçimlerinde %50’nin altına düştü (%46). Bir de 1970 yılında, kendi içinde bölündü…

Bunu fırsat bilen askerler 1971 yılında 12 Mart darbesini yaptılar…

***

12 Eylül darbesinden önceki durum daha vahimdi. Ülkede bir koalisyon hükümeti bile yoktu. 12 Eylül darbesi öncesinde ülkede bir azınlık hükümeti vardı. Ve tabiî ki oy oranı %50’nin çok çok altındaydı

O yüzden en kolay darbeyi 12 Eylülcüler yaptılar.

28 Şubat darbesinden önce de ülkede zayıf bir koalisyon hükümeti vardı. Koalisyon hükümeti bıçak sırtındaydı. Refah Partisi ile Doğruyol Partisinin oy oranı %50’nin altındaydı

Birkaç parlamento oyunuyla hükümet iyice zayıflatıldı ve 28 Şubat darbesi kotarıldı…

***

Görüldüğü gibi ülkemizdeki darbeleri mümkün kılan ya da kolaylaştıran iki unsur var: 1.Koalisyon hükümeti 2.Hükümetin halk desteğinin %50’nin altında olması.

Bu iki unsuru bertaraf etmenin tek yöntemi başkanlık sistemidir. Başkanlık sisteminde koalisyon yoktur. Başkanlık sisteminde yürütme her halükârda %50’nin üzerinde bir halk desteğine sahiptir.

Böylesine güçlü bir hükümete askerler darbe yapamazlar. Aklını kaybedip de darbe yapmaya cüret ederlerse de 15 Temmuz’da olduğu gibi halkın tokadıyla başarısız olurlar.

Benim başkanlık sistemini savunmamın en önemli sebebi %50’nin üzerine çıkmış güçlü bir hükümet özlemidir. Darbesiz bir ülke özlemidir. O yüzden, kendi hesabıma, 16 Nisan’da evet diyeceğim…

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et