Türkiye olarak zor bir dönemden geçi-yoruz. Bir taraftan Suriye’deki iç savaştan kaçanların oluşturduğu ve sayıları seksen bine ulaşan göçmen sorunu; diğer yandan Esed rejiminin ve dostlarının Türkiye’nin Suriye’ye yönelik izlediği dış politikasını değiştirmek için oynadığı şeytani oyunlar ve nihayet tüm bu gerginlik ortamını kendi çıkarları için kullanmak isteyen PKK’nın şiddeti yaygınlaştırma hamleleri Türk kamuoyunu germeye başladı.
Hatırlayalım. Türkiye Arap Baharı denen süreçte haklı ve doğru biçimde Ortadoğu’nun otoriter sistemlerini değiştirmek için sokağa dökülen halkların yanında yer aldı. Tunus ve Mısır’da değişim kısmen daha kolay gerçekleşti. Libya’da NATO dış destek sağlayarak muhalefetin Kaddafi yönetimini devirmesine yardımcı oldu. Türkiye bu üç ülkedeki değişimde de, bazen sözle (Mısır ve Tunus) bazen de askeri yöntemler kullananlara destek sağlayarak (Libya) devrimlerin gerçekleşmesine hem katkı sağladı hem de izlediği politikasıyla dünya kamuoyunda ve bölge halkları nezdinde ciddi takdir topladı. Halkların gönlünü ve kalbini kazandı.
SURİYE’NİN TEMEL FARKI
Suriye ise Arap devrimleri içinde en kanlı halkalardan biri haline geldi. Esen güçlü demokrasi rüzgarı bir buçuk yıl önce Şam sokaklarına ulaştığında Türkiye beklendiği gibi tavrını değişimden yana belirledi. Esed yönetimiyle kurduğu ilişkilerine güvenerek değişimin düzenli biçimde gerçekleşmesi için telkinlerde bulundu ve bir süre sonra da Esed yönetimi ile bağlarını kesti. Suriye muha-liflerinin Türkiye’de toplanmasına müsaade etti. Suriye’nin dostları grubunun kurulması için Arap Birliği ile birlikte öncülük etti. 2012 Nisanında İstanbul’daki toplantıda Suriye muhalefetinin Misak-ı Millisi’nin hazırlanması ve yayınlanmasına destek verdi.
Ancak gelişmeler Türkiye’nin istediği istikamette gitmedi. Uluslararası toplum ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Rusya ve Çin’in vetosu nedeniyle Suriye konusunda adım atamadı. Karar tasarıları her defasında (üç kez) veto edildi. Başbakan Erdoğan’ın Moskova, Pekin ve Tahran ziyaretleri ise bu başkentleri ikna etmede yetersiz kaldı. ABD ise elini taşın altına koyacak güç, cesaret ve liderlik gösteremedi. Bu süre zarfında, Suriyeli muhalefete yönelik dış destek yalnızca S. Arabistan ve Katar’ın finansman ve lojistik desteği ile silah sevkiyatı şeklinde oldu. Türkiye insani yardım ve göçmenlere kucak açan bir kardeş ve komşu ülke olarak kaldı. İçeride muhalefet ne yazık ki kendi iç dağınıklığı ve yetersiz dış destek nedeniyle Esed’in ağır silahları ve hava unsurları karşısında kesin galibiyet kazanmada yetersiz kaldı. Şimdi hem insani kayıplar artıyor hem de göç dalgası giderek genişliyor.
TÜRKİYE ÇOK ETKİLENİYOR
Türkiye Suriye’deki gelişmelerden en çok etkilenen ülke konumunda.
Pek çok nedenden dolayı Suriye’deki gelişmeler en çok Türkiye’yi etkiliyor.
Öncelikle, göç ile Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin barınma ve iaşe gibi giderleri var. Bundan daha önemlisi göç alan şehirlerde asayiş ve güvenlik sorunları artmaya başladı. Gelenlerin ne kadarı gerçekten masum ve mağdur insanlar, ne kadarı Suriyeli Esed rejiminin istihbarat elemanı olduğu ve ne kadarının PKK veya diğer terör gruplarına mensup militanlar olduğunu ayırt etmek ve içeri girdikten sonra bu insanları tek tek kontrol etmek hiç kolay değil.
İkinci olarak Suriye’deki gelişmelerin PKK terörü üzerindeki etkisidir. PKK ile otuz yılı aşkındır mücadele veren Türkiye artık sorunu siyaseten çözme noktasına gelmişken ve içerideki demokratik sistemini derinleştirecek adımlar atmaya başlamışken, bu gelişmelerden baştan beri rahatsız olan PKK ve şiddet yanlısı gruplar şimdi yeniden şiddet eylemlerini artırmışlardır. Çukurca olayından başlayıp Şemdinli ve Gaziantep eylemlerine uzanan çizgide Şam ve Tahran rejiminin Türkiye’nin bölgesel politikasından duyduğu rahatsızlıkların izlerini okumak mümkündür. PKK ise inanılmaz bir manevra alanı bulmuştur.
TEDBİR ALMALIYIZ
Üçüncüsü ise Suriye’deki rejim değişimi hızla gerçekleşmez ve düşük yoğunluklu bir iç çatışma süreci uzarsa, böyle bir şiddet döngüsünün Türkiye’nin güvenliğine, ekonomik yapısına ve hatta siyasi-demokratik istikrarına olumsuz etkileri artarak devam edecektir. Nasıl Afganistan’daki uzun iç çatışma süreci Pakistan’ın siyasi ve ekonomik istikrarını çökertmiş ve uluslararası prestijine ve güvenliğine zarar vermişse, Suriye’deki gelişmeler, Irak ve Lübnan da birlikte düşünüldüğünde gelecek yıllarda Türkiye’nin Pakistanlaş(tırılması)ması tehlikesine yol açabilir. Pakistan Afganistan’daki kendine yakın grupları desteklemek ve insani ve siyasi nedenlerle kabul ettiği göçmenlerin yarattığı dinamikler nedeniyle zaman içinde hem şiddet sarmalına sürüklenmiş hem de ABD gibi ülkelerin hedefi haline gelmiştir. Unutmayalım ki, Taliban’ın yaratılması dahil Afganistan ile ilgili her operasyon Pakistan üzerinden; çoğu zaman da ABD istihbaratıyla birlikte planlanmış ve yürütülmüştür. Sonunda Afganistan’daki gruplar arası çatışmalar ve mücadeleler bir şekilde Pakistan’a sıçramış; etnik, mezhepsel ve dini temelli şiddet Pakistan siyasetini rehin almıştır.
Son Gaziantep saldırısı bu bağlamda planlama, strateji ve kullanılan yöntem ve seçilen hedefler bakımından Pakistan’daki eylemleri hatırlatmaktadır. Türkiye bu tehlikenin en azından farkında olmalıdır. Bu bağlamda göçmenlere yönelik olarak destek elbette devam etmelidir. Ancak uluslararası camiayı ikna ederek Suriye içinde güvenli bölgeler oluşturulması projesine ağırlık verilmelidir. Terörle mücadele için demokratik açılımlardan vazgeçilmeden yeni mücadele stratejileri geliştirilmelidir. Bu arada toplum özellikle mezhep temelli propaganda ve provokasyonlara karşı psikolojik olarak hazırlanmalıdır. Başta Alevi ve Kürt vatandaşlarımız olmak üzere herkese bu ülkede özgür ve eşit yurttaşlar olduğu hissettirilmelidir. Bugün kardeşlik ve dayanışma zamanıdır.
Yeni Şafak, 31.08.2012