Seçim telaşı-seçim sonrası değerlendirmeleri derken gümbürtüye gitmesini istemediğim bir konu var.
Hatırlarsınız seçimden bir iki gün önce Kutlu Savaş, Ayhan Çarkın’ın itirafları sonrası başlatılan soruşturma kapsamında savcıya bilgi vermişti. Kutlu Savaş Susurluk kazası sonrası ünlü raporu hazırlayan Başbakanlık Teftiş Kurulu eski Başkanı… Susurluk günlerini yaşayan herkes Savaş’ın adını da hatırlayacaktır. Başbakan Mesut Yılmaz tarafından görevlendirilen “süper müfettiş”in hazırladığı rapor o zamanlar büyük ses getirmişti. Rapor Binbaşı Cem Ersever, Behçet Cantürk ve Ömer Lütfü Topal cinayetleri başta olmak birçok faili meçhul cinayet hakkında önemli bilgiler içeriyordu. Raporda ayrıca “Yeşil”in ve Abdullah Çatlı’nın faaliyetlerine; MİT, emniyet ve jandarmanın Susurluk sürecindeki rollerine ilişkin bilgi ve değerlendirmeler yer alıyordu.
Ne var ki, benim için Kutlu Savaş raporunu asıl unutulmaz kılan şey, bu bilgiler değil, raporun devletin cinayet işlemesi konusuna bakışıydı.
Devletin “itlaf yetkisi”nden bahsediyordu rapor! Sokak köpeklerinin itlafını ağza almanın bile ayıp sayıldığı bir çağda, devletin insanları sokak ortasında sahipsiz köpek gibi öldürme hakkından söz ediyordu!
Yargısız infazların “devlet terminolojisindeki” adının “itlaf” olduğunu biz bu rapordan öğrendik…
Şu satırlar rapordan:
“Devlet içinde bir infaz grubu kurulmuştur. Ancak devlette böyle bir yetkiyi kim kullanacaktır? Şu husus bilinmelidir; Olağanüstü Hal Bölgesi’nde adam öldürme konusunda karar mercii başçavuşlara, komiser yardımcılarına ve daha önemlisi bu yetki dünkü terörist yarınki potansiyel suçlu olan itirafçılara kadar inmiştir.”
Evet, devlet cinayetlerine eleştirisi buydu raporun.
Devlette “adam öldürme yetkisi”nin başçavuşlara kadar inmesini devlet ciddiyetiyle bağdaştıramıyordu. Devletin adam öldürme yetkisinin kimde olduğunun, bir nizam ve intizama bağlanmasını istiyordu.
“…Yeşil’in Cem Ersever’i sorgulayıp öldürdüğünü etrafa söylemesi, Tarık Ümit gibi karanlık bir kaçakçının ‘falancayı aldık, sorgulayıp öldürdük’ gibi bayağı ve kendilerini adam yerine koymalarını sağlayıcı çirkinlikler…” kısacası, “Böyle bir alaturkalık, basitlik, geri kalmış ülkelere özgü ciddiyetten uzak operasyonlara izin veren bir yapı, ülkemizin hak etmediği bir durum.”
Resmi görevli olmayan şahısların devletin cinayetlerinden kendilerine övünç payı çıkarmasını bir türlü hazmedemeyen ve yargısız infazın alafrangasını seven Kutlu Savaş’ın Susurluk’tan ne anladığını şu satırlar en veciz bir biçimde ortaya koyuyor:
“(Yeşil kastedilerek) Bunca bilgiye rağmen itlaf edilmesi gereken bir kişinin VIP salonundan devlet görevine gönderilmesi anlayışı da Susurluk’tur.”
Demek ki neymiş Susurluk? Devletin “itlaf etmesi” gereken bir kişiyi, başkalarını “itlaf”a yollamasıymış…
***
Şimdi bütün bunları tekrar hatırlatmamın sebebine gelince…
Bu raporun 12 sayfalık bir bölümü var. “Devlet sırrı” olarak tutuluyor. Kutlu Savaş savcıya ifade verirken, bu 12 sayfalık bölümü de sözlü olarak anlatmış. Ama bizden hâlâ gizleniyor.
Acaba o 12 sayfalık bölümde ne var?
Raporun genel muhtevasını ve mantığını düşündüğünüzde, bu 12 sayfada devletin henüz deşifre olmamış cinayetlerinin yer aldığını tahmin etmek zor değil.
Bir başka deyişle devlet, halkın Susurluk gibi kazalar sayesinde bir ucunu gördüğü cinayetleri mecburen “araştırmak” ve bulguları açıklamak zorunda kalıyor ama henüz ucu ortaya çıkmamış pislikler -cinayetler, cinayet teşebbüsleri, “rutin dışı” bütün operasyonlar- “devlet sırrı” olarak kabul edilip gizleniyor. Ve bizim de bu “devlet sırrı” gerekçesine saygı gösterip “Gizlediğiniz 12 sayfada ne var” diye sormamamız bekleniyor.
Oysa biz sormalıyız.
Eğer derin devletin köklerine ulaşmak, bu ülkeyi bir daha kararmamak üzere aydınlatmak istiyorsak o 12 sayfanın peşini bırakmamalıyız.
Bugün, 17.06.2011