Sokak köpekleri ‘terörü’
Terör kelimesinin taşıdığı menfi çağrışımdan yararlanmak için bazen sokak köpeklerinin sebep olduğu problemlerden “terör” adıyla bahsediliyor. Bu, kuşkusuz, sadece bu duruma mahsus değil. Kavramın insanlarda uyandırdığı kötü düşünce ve algılardan yararlanmak için, meselâ, trafik terörü gibi kavramlar da kullanılıyor.
Kavramlarının alan genişletmesine maruz kalması ve orijinal anlamlarının dışında kullanılması ilk defa vuku bulmuyor. Benzer hâller başka alanlarda da ortaya çıktı. En güzel ve en anlamlı örneklerden biri insan hakları kavramının alabildiğine genişletilmesi ve yerli yersiz istihdam edilmesi. Ne yazık ki bu tutum kavramın anlamını ve değerini önemli ölçüde erozyona uğrattı. Başlangıçta insan hakları deyince sadece klasik haklar akla gelirdi. Şimdi ise haklardan bahsedenlere “hangi haklar?” sorusunu yöneltmek gerekiyor.
İnsan hakları orijinal olarak klasik veya birinci kuşak hakları ifade etmek için kullanılan bir kavramdı. İnsan hakları deyince hayat, hürriyet ve mülkiyet tabiî hakları ve bunların sivil ve sosyal hayatta bileşimi ve açılımı olarak tezahür eden din, ifade, seyahat, yerleşme, meslek seçme, iş kurma özgürlükleri akla gelirdi. İnsan haklarına ilişkin felsefî ve ideolojik tartışmalar ikinci kuşak insan hakları denen hakların ortaya çıkmasına yol açtı. Böylece birilerinin birilerine pozitif anlamda bir şeyler sağlaması anlamına gelen çalışma-istihdam edilme, konut sahibi olma, ücretli tatil, ücretsiz sağlık ve eğitim hakkı gibi haklar ortaya çıktı.
Bu gelişmeden büyük ölçüce kapitalizm sorumluydu; çünkü ortaya üretilmesine sebep olduğu zenginlik insanlara onların vasıflarından ve ne yaptıklarından bağımsız olarak bu tür hakların kolaylıkla sağlanabileceği yolunda kanaatler oluşturdu. Ekonomik ve sosyal haklar adı verilen kategori böylece doğdu. İş burada da kalmadı, daha sonra üçüncü kuşak haklar denilen haklar ortaya çıktı. Sonra iş iyice çığırından çıktı. Bugün her kesim kendi pozisyonunu kuvvetlendirmek için hak kavramının itibarından yararlanmaya çalışmakta ve kavramı eğip bükerek, gelişigüzel, daha doğrusu işine yarayacak şekilde kullanmakta. Daha yakınlarda, örneğin, tabiî ve sivil değil sözleşmeden doğan bir hak olarak kullanılması gereken “emeklik hakkı” adeta doğal bir hak kavramı gibi değerlendirilerek erken emeklilik çağrılarında devreye sokuldu. Neyse, bu ayrı ve dramatik bir hikâye…
Bu yüzden, sokak köpekleri sorunundan “terör” diye bahsetmek hatalı. Kavramın orijinal anlamını ve ağırlığını tehlikeye atacak bir yaklaşım. Ancak, yanlış adlandırılmakla beraber, sokak köpeklerinin insanlar için çeşitli sorunlara sebep olduğu da açık bir gerçek. Bu sorunlar daha ziyade ağır sonuçlara yol açtığında veya bu gibi durumlara maruz kalan insanlar bir şekilde geleneksel veya sosyal medyaya ulaşma ve seslerini duyurma imkânına sahip olduğunda topluma yansıyor. Fakat her yıl on binlerce insanın köpeklerin saldırısına uğradığını, binlercesinin yaralandığını ve onlarcasının öldüğünü biliyoruz. Problem her geçen gün ağırlaşıyor; zira sokak köpekleri sokaklarda yaşamaya ve üremeye devam ediyor. Bu probleme karşı bir şeyler yapılması gerekiyor.
Ancak, konu bu şekilde gündeme gelince bazıları hemen harekete geçiyor. Bunu isteyenleri hayvan düşmanlığıyla itham ediyor. Hatta merhametsiz ve vicdansız olmakla suçluyor. Sokak hayvanlarının da yaşamaya hakkı olduğunu vurguluyor. Sokakların hayvanların da yaşama ve var olma mekânı olduğunu ve bu imkânın ellerinden alınmak istendiğini iddia ediyor.
Bu tezlerin büyük ölçüde yanlış olduğu söylenebilir. Söz konusu olan hayvanlar sokak köpekleri. Köpekler insana saldırma ve zarar verme gücüne sahip. Söz gelimi sokak kedileri için benzer şeyler söyleyen kimseyi pek duymadım. Sokakların hayvanların doğal mekânı olduğu iddiası da çok tartışmalı. Sokaklar insanların oluşturduğu mekânlar ve hayvanların sokaklarda yaşaması da insanların onlara yardım etmesine bağlı.
Netice itibarıyla yapılması gereken şey belli. Sokakların sahipsiz köpeklerden arındırılması şart. Hızla çoğalmalarının önlenmesi de. Bunun için hangi tedbirlerin ve nasıl alınması gerektiği, bu işte ana sorumluluğun kimlere düştüğü tartışılabilir. Tartışılamayacak olan insanlarla hayvanlar arasında bir tercih yapmak gerektiğinde insanların tercih edilmesi gerektiği. Akıl, mantık, ahlâk böyle buyuruyor, dünyanın düzeni bunu gerektiriyor.
Önce insanlar mı hayvanlar mı?
Probleme bakışta hayli radikal ve sert bir perspektif var. Buna göre dünya sadece insanlara ait olmaktan uzak. Dünyada yaşayan her canlının dünya üzerinde var olma hakkı var. İnsanı merkeze koyan yaklaşımlar hatalı. İnsan dünyadaki ne tek ne de en önemli canlı türü; bu yüzden, diğer canlıların hayat alanlarına ve varlıklarına müdahale etmeden yaşamayı öğrenmeli. Hatta diğer canlıları (ve cansızları) dikkate alacak yeni bir (ekolojik) vatandaşlık kavramı geliştirilmeli… Bu görüşün hoş ama boş bir fantezi teşkil ettiği ve sadece kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm olduğu, hayatın gerçeklerinden anlaşılıyor.
Bir defa, dünyada her zaman canlılar arasında bir “barış” var olmadı. Radikallerin var olduğuna inandığı mutlak uyumu bozan ilk ve tek varlık da insan değil. Canlılar arasındaki hayat bir bakıma canlı türlerinin birbirine saldırması ve varlıklarına son vermesi üzerine kurulu. Bu insanın ne sebep olduğu ne de değiştirebileceği bir gerçek. Canlıların tabiatlarının yansıması. Gücü yeten hayvanlar gücünün yettiği hayvanlara saldırıyor, onları avlıyor, öldürüyor. Söz gelimi ormanların kralı olarak bilinen arslan hemen hemen her canlıyı avlayıp yeme peşinde. Ancak arslanlar da örneğin sırtlan grupları tarafından yok edilebiliyor. Dünyada işler bu minvalde ilerliyor. Bunun değişeceğine, değişebileceğine dair hiçbir işaret de yok. Dolayısıyla, insan ne diğer canlılara karşı yırtıcılık gösteren tek varlık ne de yırtıcılığın başlangıcını yapan ve ana nedeni olan özne.
Dünya elbette sadece insanlara ait sayılmaz. Ancak, insan hayvanlardan farklı özelliklere sahip. İnsan akıl sahibi. İnsan düşünüyor ve fikir üretiyor. İnsan organizasyon, üretim yapıyor. İnsan bilim yapıyor. İnsan kural üretiyor. İnsan sosyal düzen oluşturuyor. Bu özellikler diğer canlı türlerinin çoğunda hiç yok. Bu özelliklerin bazılarının arılar ve karıncalar gibi hayvanlarda bir nebze var olduğu söylenebilecek olsa da, bu canlıların da bu bakımdan insanlarla karşılaştırılamayacak kadar ilkel olduğu biliniyor. Hayvanlar daha ziyade yaratılışlarından, tabiatlarından gelen içgüdülere ve ihtiyaç duygularına dayanarak hareket ederken insan türü içgüdüleri de hayatında kullanmakla beraber hiçbir surette sadece içgüdülere dayanan bir hayat yaşamıyor. Nitekim dünyayı dönüştüren ve bugünkü hâline getiren de insanlar…
Bu, ister istemez, insanı, tamamen ve her anlamda değilse de, bir anlamda ve bir dereceye kadar dünyanın efendisi hâline getiriyor. Bu yüzden, tarihin büyük bir bölümü boyunca insanların hayvanlara üstün ve onlara egemen olduğu görülüyor. Bu çerçevede insan bazı hayvanları evcilleştirmiş. Bazı hayvanların fiziksel gücünden yararlanarak kendi fiziksel iş gücünden tasarruf etmiş. Örneğin toprak sürmede, eşya taşımada, hayvanlar insanların yardımcısı olmuş. Ancak, ilişki her zaman tek taraflı olmamış. İnsanlar yararlandıkları hayvanları tabiatın acımasız türlerine karşı korumuş. Onların hayatını bir anlamda garanti altına almış. Tek başına tabiata bırakılsa fazla uzun yaşayamayacak hayvanlar insanın bu tutumu sayesinde hayatta kalmış. Bugün de soyu tehlikede olan hayvanların varlığını sürdürmesi büyük ölçüde insanlar tarafından koruma altına alınmalarına bağlı. Yani insan hayvan ilişkisinde hayvanlar her defasında ve mutlak anlamda zararlı çıkmamış.
Bu nedenle insanı dünyanın merkezine koyan bir yaklaşım realiteye de daha uygun. Bunun böyle olması, yani yeryüzünde egemen varlığın insan olduğu bir düzenin kurulması bir anlamda insanın dışında gerçekleşmiş. İster bir Yaratıcı deyin isterseniz tabiat deyin, bir güç insanın ve dünyanın kaderinin böyle gelişmesine sebep olmuş. Dünya böyle işleyecek biçimde kurulmuş. Bundan dolayı, önce insan demek gerekir. Bu, hayvanların tamamen ihmâl edilmesini, görmezden gelinmesini, işkenceye ve kötü muameleye maruz bırakılmasını savunmak anlamına gelmez, ama dünyada asıl olanın daima insan olduğunu ve hayvanların her zaman insana nispetle ikincil konumda kaldığını gösterir.
Önce insanlar mı sokak köpekleri mi?
Önce bir noktanın altını kalınca çizmekte fayda var. Tartışılan konu insanlar ile tüm hayvanlar, hatta tüm köpekler değil, sadece sahipsiz köpekler, yani sokak köpekleri arasındaki ilişki. Genel olarak hayvanlardan bahsedilseydi, mesela insanların sivrisineklerle, farelerle, yılanlarla vs. ilişkisinin de ele alınması gerekirdi. Oysa gündemde olan, tekrar etmek gerekirse, tüm köpekler dahi değil, sahipsiz olan, tasma altında bulunmayan, yani sokakta yaşayan köpekler. Bunun da sebebi bu hayvanların evcilleştirilmelerine ve insanlara çok yakın yaşamalarına rağmen yırtıcı karakterlerini korumaları, insanlara zarar verecek güce sahip olmaları ve zarar vermeleri. Nitekim her yıl ülkemizde binlerce kişi sokak köpeklerinin saldırısına uğramakta ve ölümden sakat kalmaya kadar uzanan zararlar görmekte. Köpekler ayrıca birbirlerine de zarar verebilmekte. Giriştikleri kavgalarda birbirlerini paralamakta.
İnsanların sokak köpeklerinden zarar görmesi doğal olarak bu hayvanların kontrol altına alınmasını gündemde tutmakta. Tartışmaların genel çerçevesi bu. Ne zaman biri bu sorunu dile getirse bazıları radikal ve saldırgan bir tavır takınıyor. Köpek saldırılarını ve yaralanan insanların yürek burkucu durumlarını ya görmezden geliyor ya da aslında bunun, nasıl oluyorsa, köpeklerin değil insanların eseri olduğunu öne sürüyor.
Bu tuhaf ve gayriinsani bir tutum. İnsanlara zarar veren her ne ise o şeyin gündeme alınmasından daha olağan ne olabilir? Böyle yapan kimseler, Allah korusun, muhtemelen, kendileri veya bir sevdikleri benzer bir saldırıya uğrarsa ne yapacak? Akılları başlarına ancak böyle bir saldırıdan sonra mı gelecek? Oysa, insan her şeyden önce gelir. İnsana zarar veren durumların mutlaka önlenmeye çalışılması icap eder.
Diyelim ki insanların da, sahiplendikleri köpekleri daha sonra sokaklara atmaları yüzünden, soruna katkıları var. Bu neyi değiştirir ki? Böyle olması soruna karşı tedbir alma mecburiyetini ortadan kaldırmaz. Yalnızca bize meselenin bu kısmını ihmâl etmememiz gerektiğini hatırlatır. Ayrıca, tedbir alınmasından bahseden insanları merhametsizlikle suçlamak da tuhaf. Asıl merhametin köpeklerden çok onlardan zarar gören kadınlara, çocuklara karşı gösterilmesi gerekmez mi?
Sokak köpeklerinin verdiği zararları dile getiren benim gibi kimselere hemen insanların insanlara verdiği zararlardan bahsederek cevap vermek konuyu saptırmaktır. Kimse insanlar insanlara zarar vermez demiyor. Suçlular ve insan kardeşlerine zarar verenler her zaman var olmuş ve daima da var olacak. Hukuk sistemi, koca polis ve adliye teşkilatı bu tür olayları önlemekle, önleyemediği durumlarda failleri cezalandırmakla mükellef. Ancak, hayvanlar yargılanma ehliyetine de sahip değil. Bu yüzden insanlar köpeklerin verdikleri zararlarla baş başa kalıyor. Bundan dolayı da hayvanlardan gelebilecek tehlikeleri asgariye indirmek gerekiyor.
Keza, sokak köpeklerinin insanlara verdiği zararların önlenmesi için çaba sarf eden ve çağrıda bulunan insanları hayvan düşmanı olarak etiketlemek de ucuz demagoji. Hayvanlar sadece köpeklerden ibaret değil. Ancak, tartışılan sokak köpekleri, çünkü dediğim gibi, insana zarar verme potansiyeline sahipler. Mesela sokak kedilerinden veya kuşlardan aynı ölçüde rahatsızlık duyan insanların sayısı karşılaştırılamayacak kadar az. Bunun nedeni kedilerin ve kuşların insanlara köpekler gibi ağır zarar verme potansiyelinin olmaması. Bu yüzden, sokak köpeklerine karşı tedbir alınmasını isteyenlere genel olarak hayvan düşmanı etiketini yapıştırmak çok yanlış ve çirkin bir tavır. Böyle yapanların, aynaya bakmasında fayda var. Asıl kendilerinin insanlık düşmanı oldukları yolundaki bir suçlamaya hazır olmaları gerekir. Bunların en azından bazılarının insanların sokak köpeklerinin saldırısı yüzünden yaşadığı acılara kayıtsız kalması ve onları neredeyse hiç gündemine almaması da bu suçlamanın bir bakıma ve bir dereceye kadar doğru olduğunu gösteriyor denebilir. Ayrıca, sokaklar insanların oluşturduğu mekânlar, dolayısıyla sokak köpeklerine yaşama imkânını da insanlar vermiş oluyor. Yani sokakların hayvanların doğal yaşama ortamı olduğu görüşü temelsiz.
Çözüme giden yol
Köpeklere kaşı nasıl tedbir alınacağı elbette tartışmaya açık. Tekrar edeyim, kimse hayvanlara eziyet edilmesini istemiyor. Ne var ki sokakların köpeklerden arındırılması ve insanların köpek saldırılarından korunması şart. Bu ciddi sorun onu görmezden gelmekle yok edilemez. Sokak köpeklerinin sahiplendirilmesi, sahiplendirilemeyen hayvanların barınaklarda toplanması ve üremelerinin önlenmesi için kısırlaştırılması, bulaşıcı hastalık taşıyan tedavisi imkânsız köpeklerin itlaf edilmesi bu sorunu çözmek için ilk yapılabilecekler arasında yer alıyor.