Siyasetçilerin Zehirli Dili

Siyasetçilerin kullandığı dil -karakter, hitabet becerisi, bilgi ve görgü birikimi gibi faktörler dikkate alınmazsa- hem siyasî kültür tarafından belirlenir hem de siyasî kültürü etkiler. Sırf siyasette hâkim dil incelenerek bir ülkede egemen olan siyasî kültür hakkında bir fikir edinilebilir. Sert dil siyasî tavır ve tutumların ayrışmaya ve çatışmaya yumuşak dil uzlaşmaya ve beraber çalışmaya daha yatkın olduğuna bir karine teşkil eder.

Türkiye’de siyasette bir dil problemi olduğuna bazen yazılarımda işaret ediyorum. 31 Mart seçimlerinde ve seçimlerden sonra ortaya çıkan tabloda sert söylem yine geniş bir yer işgal ediyor. Bu ilk defa görülen bir durum değil ama gönül bu sert dilin biraz olsun yumuşamasını arzu ediyor. Ülkemizde özellikle siyasî liderler lüzumsuz derecede sert bir lisan kullanabiliyor. Böylece, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek, ayrışmayı ve çatışmayı körüklüyor. Tabanlarını ve tüm toplumu adeta provoke ediyor. Ben bu dili bir tür zehirli dil olarak görüyorum.

Hemen hemen hiç bir siyasî lider bu tür bir dil kullanmaktan arî değil. Her lider zaman zaman bu dile başvuruyor. Bu bakımdan liderler arasında bir temel nitelik farkı olmaktan ziyade bir derece farkı var gibi.

Son zamanlarda bu zehirli siyasî dilin en acı örneklerini CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu sergilemekte. Sert lisan ile ilgili tartışmaların daha ziyade Erdoğan üzerinde yoğunlaşması Kılıçdaroğlu’nun da sert bir dil kullanmaya çok teşne olduğu gerçeğinin ve buna ilişkin olguların gözden kaçırılmasına sebep olabiliyor. Ama bu sefer Kılıçdaroğlu’nun haşin, öfkeli, nefret dolu dili gözden kaçmayacak kadar aşikâr ve gözümüze batacak, batırılacak şekilde kullanılıyor.

Kılıçdaroğlu YSK üyelerinin bazılarını (iptal kararı veren 7 kişiyi) çok ağır, başka biri için sarf edilse rahatlıkla hakaret sayılacak sıfatlarla taşlıyor. Şeref, haysiyet, namus, dürüstlük, onur yoksunu olduklarını, çete olduklarını, adam olmadıklarını söylüyor. Eleştirilerini iyice kişiselleştiriyor. Grup toplantısında bu üyeleri isimlerini tek tek sayarak afişe ediyor ve yuhalatıyor. Bu kabul edilebilir bir tutum değil. YSK üyeleri siyasetçi olmadığı ve siyasiler gibi konuşamayacağı için aynı tonda cevap veremiyor ve bu sayede terbiyesizlik kolayca sürdürülebilir oluyor.

YSK kararı hakkında ne düşündüğümü defalarca yazdım. YSK’nın İstanbul seçimlerini yenileme kararını yanlış buluyorum. Benim gerekçem basit: YSK’nın kendi belirlediği takvimi çiğnemesi ve benzer bir başvuruyu geriye yürümeme gerekçesiyle reddederken bu kararda geriye yürümesi. Yani seçimde oy çalındığı, oy kaydırıldığı türünden iddialar değil seçim takviminin ihlâl edilmesi YSK kararını tartışılır hâle getiriyor. Gerçi tam kanunsuzluk hâlinin bu eleştiriyi geçersiz kıldığı iddia edilebilir ama ben aynı kanaatte değilim…

İktidarın tutumunu yanlış bulduğumu daha ilk gün belirttim. Ama diğer taraftan muhalefetin de YSK kararı konusunda çok ilkeli olduğunu söyleyemem. Seçimi bu kadar az farkla AK Parti kazansaydı AK Parti muhtemelen itiraz etmeyecek ve bu tür bir iptal kararını yanlış bulacaktı. Fakat böyle bir durumda CHP yeri göğü inletir ve tüm dünyayı Türkiye’nin başına yığmaya çalışırdı. YSK kararını beklemeden seçimde hile olduğunu ilân ederdi. Diğer taraftan İP de tutarlılıktan uzak görünüyor. Çünkü sandık kurulları 2 Mart tarihinde kesinleşmiş olmasına rağmen sandık kurulu oluşumunda kanuna aykırılık gerekçesiyle Nisan ayında Mustafa Kemal Paşa ilçesi için başvuru yaptı. Demek ki sandık kurulu teşkilinde hatalara takvim dönemi aşıldıktan sonra da itiraz edilmesini gerekli ve meşru görmüştü. Karar lehine olsaydı memnun olacaktı.  Şimdi ise YSK’nın aynı gerekçeyle iptal kararı vermesine itiraz ediyor. Sözün özü tüm partiler bu mevzuda ilkesel olmaktan ziyade oportünist bir tutum almış durumda. Ne işine yararsa onu savunuyor ve ona hukuk kılıfı giydirmeye çalışıyor.

YSK’nın CHP ve İP’nin tüm İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi yolunda yaptığı başvurunun reddedilmesi yönünde karar vermesi Kılıçdaroğlu’nun YSK üyelerine yönelik saldırılarını tekrarlamasına yol açtı. Aynı edepsiz sözleri parti grubu toplantısında tekrarladı. Oysa YSK kendi hukuk mantığı içinde tutarlı. Dediği açık: İddialar doğru olsa bile bu durum ilçe seçimlerinin sonucunu değiştirmez. Ayrıca bu karar Kılıçdaroğlu’nun çete söylemini de açığa düşürdü. YSK ilgili kararı oy birliğiyle aldı. Bu durumda Kılııdaroğlu’nun ya çete söyleminden vazgeçmesi ya da onun İBB başkanlığı seçimi itirazında beğendiği yönde kişisel karar veren, yani oy çokluğuyla çıkan karara muhalif kalan yargıçları da dâhil ederek tüm YSK’ya çete demesi lâzım.

YSK ve üyeleri tanrısal bir yanılmazlığa sahip değil. YSK kararları da eleştirilebilir hatta kınanabilir. Bu kararların siyaseten ve özellikle hukuken de eleştirilmesinde çok fayda var. Tutarlı ve oturaklı değerlendirme ve eleştiriler daha iyiye gitmeye yardımcı olur. Ancak, eleştiri başka hakaret başka. Şahısları hedef hâline getirmek ise çok çirkin ve yanlış. YSK’nın ve başka yüksek yargı organlarının daha önceleri de çok eleştirilen ve tepki çeken kararları oldu ama bu tür hakaretamiz ve yıkıcı eleştiriler, daha doğrusu saldırılar, pek vuku bulmadı.
Seçim sistemimiz açsından daha da kötüsü Kılıçdaroğlu’nun YSK ‘ya salvolarının kurumun ağır biçimde yıpranması sonucunu verebilecek olması. YSK, Türkiye’nin temiz seçim yapmasında oynadığı rolü tartışılamayacak bir kurum. Onu yıkarsak yerine başka bir şey koyamayız. YSK’yı ayakta tutmak, geliştirmek ve kuvvetlendirmek hepimizin, herkesin görevi.

Benim gözlemlerime göre İstanbul halkında İmamoğlu’nun haksızlığa uğratıldığı yolunda hayli yaygın bir kanaat var. Bu, yenilenecek seçimde onun için bir avantaj teşkil edebilir. Ancak, Kılıçdaroğlu’nun terbiye ve nezaket sınırlarını aşan, hakarete ve tehdide dönüşen YSK saldırıları bu mağduriyet algısı alanını daraltabilir, hatta durumu tamamen tersine çevirebilir. Benden söylemesi…

Yeniyüzyıl, 16 Mayıs 2019

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et