Türkiye’deki siyaset anlayışımız her bakımdan oldukça dikkat çekicidir. Muhalif görüşlerin birbirlerine adeta düşmanlık beslediği bir anlayış ile bugüne gelmişiz ve öyle de gidiyoruz. Siyaset anlayışımızda bir şeylerin tersliği o kadar çok belli oluyor ki… Ama bu terslik eminim ki eskiye nazaran çok daha fazla kişinin dikkatini çekiyor. Çünkü her geçen gün (politik manada) normalleşen insan sayısının, yavaş da olsa, arttığı kanaatindeyim. Fakat eskide, bir nevi kültürel olanda, yer etmiş ve bugüne kadar gelmiş olan kodlar kolay kolay değişmiyor. Hele ki bu kültür, Türkiye’de olduğu gibi uzun yıllar boyunca planlı ve programlı bir şekilde zorla oluşturulmuş ise.
Belirtildiği üzere bu terslik iktidar-muhalefet ilişkisinin düşmanlık üzerine kurulu oluşu. Bunun temellerini, belki de en net, cumhuriyetin ilk yıllarında gözlemleyebiliyoruz. Cumhuriyetin kurulduğu dönemlerde ‘yapmak’ ilk amaç değildi. İlk önce ‘yıkmak’ ve ‘yok etmek’ düşünülmüştü. Yapılan birçok meselede bu böyle olmuştur. Bilindiği üzere cumhuriyet, bir yabancı düşmanlığı üzerine değil kendi içinde, öncekine yani eskiye, Osmanlı’ya düşmanlık üzerine kuruldu ve bu şekilde var olmaya çalıştı. Bu düşmanlık da bir savaşı doğurmuştu. Açılan savaş daha çok kültürel bir savaştı. Yeni bir toplum yaratmak yani yeni bir kültür var etmek amaçlanıyordu. Çünkü var olan kültür bizim olamazdı, eskinindi; yani modern ve medeni Batı’nın değildi. Biz medeni bir toplum olmalıydık ve bu da “cahil” olan halka bırakılamazdı. Bizzat kendi elleriyle, güçlerini kullanarak halkın kültür seviyesini yükseltmeleri gerekiyordu. ‘Yükseltmek’ ise aslında Batılı gibi yapmak için kullanılıyordu.
Kültür ve medeniyet alanında halkı ‘yükseltmek’ için bazı projeler hazırdı zaten. Şapka, alfabe, müzik, gelenek, tarih gibi konulara el atılmalıydı. El atılması gerektiğine inanılan bu konuların mahiyetini nasıl tanımladıklarını Mustafa Kemal’in şapka ve alfabe konularındaki sözlerinden anlamak mümkündür. Şapka konusunda şöyle diyordu Mustafa Kemal: “Milletimizin başına giymekte olduğu, cahillik, gaflet, taassup, yenilik ve medeniyet düşmanlığının belirgin işareti gibi görünen fesi atarak, onun yerine bütün medenî dünyaca başlık olarak kullanılan şapkayı giymek ve böylece, Türk milletinin medenî toplumlardan zihniyet bakımından da hiçbir ayrılığı bulunmadığını göstermek kaçınılmaz oluyordu.” Alfabe konusunda da şöyle demişti: “Türkçe sağdan sola doğru yazılmaya devam ettikçe, asla Avrupa medeniyetinin ideallerini düzgünce ifade edemez.” Bu sözlerden anlaşılacağı üzere dayandırılan tek ölçüt Batı/Avrupa gibi olmaktı. Bu tür değişiklikler ile bir Avrupalı gibi yani medeni ve kültürlü olabilecektik.
Eskiye açılan ve her şeyin mubah kabul edildiği bu savaşta, yapılanlardan belki de çok fazla bilinmeyen veya dillendirilmeyeni de 1057 sayılı kanundur. Osmanlı sultanlarına ait olan tuğra ve kitabelerin yok edilmesi ve kaldırılmasını içeren bu kanun 1927 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu, kendi içimizde verilen kültürel savaşın bir ürünüydü. 1927 yılında, henüz çok genç bir cumhuriyette ‘yapmadan’ önce ‘yıkılması’ gerekenlerden birisi de eskiye ait tuğra ve kitabelerdi. Gereken yapıldı. Bu sefer dönemin Rize mebusu Ekrem Rize tarafından yapıldı. Ekrem Rize, Cemil Meriç’in ifadesiyle “kendi tarihini tahribe memur” olanlardan birisiydi. Eskiden kalan ne varsa ona düşmandı.
Ekrem Rize, memuriyetin gereğini yerine getirmek adına 1927 yılında beş maddelik bir kanun teklifi hazırlayıp meclise sunmuştu: “Türkiye Cumhuriyeti Dahilinde Bulunan Bilimum Mebaniî Resmiye ve Milliye Üzerindeki Tuğra ve Methiyelerin Kaldırılması Hakkında Kanun” (Bu kanunun maddelerini yazının sonunda bulabilirsiniz) İsminden de anlaşılacağı üzere Rize, bu kanunla eskiden kalan tuğra işaretlerini ve kitabeleri kaldırmayı arzuluyor ve nihayetinde başarılı da oluyordu. Meclise sunulan bu teklif Refik Koraltan’ın başkanlık yaptığı bir genel kurulda tek bir ‘hayır’ oyu çıkmaksızın kabul ediliyor. Böylece sürmekte olan bu savaşta bir cephe daha “başarılı” bir şekilde kapanıyor. Eskiye ait olan bir şeylerden daha kurtulmuş olunuyor. Yani ülke olarak “medenî ve kültürlü” olmaya bir adım daha yaklaşmış oluyoruz.
Düşmanlık ve ‘yıkmak’ üzerine kurulan bir siyasî anlayışın bugün Türkiye’de temel anlayış olmasında bu tür “kurucu değerlerin” varlığını her durumda hissedebiliyoruz. Ne yazık ki uzun bir süre daha hissetmeye de devam edeceğiz. Çok net görünüyor ki yarın iktidar değişse gelen yeni iktidar ilk önce kendinden öncekinin yani ‘eskinin’ yaptığı şeyleri ‘yıkmak’ ile işe başlayacaktır. Çünkü bugün bile ana muhalefet, iktidar dünyanın en doğru işini bile yapsa alkışlamayacaklarını itiraf ediyor.
* 1057 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Dahilinde Bulunan Bilimum Mebaniî Resmiye ve Milliye Üzerindeki Tuğra ve Methiyelerin Kaldırılması Hakkında Kanun
Madde 1 – İçinde Devlete mütehattim bir vazife icra, yahut Hükümetin veya belediyelerin efrat ile zaruri ve kanuni olan münasebetlerini temine tahsis edilen binalarla alelümum mektep binalarında vaktiyle Osmanlı saltanatını temsil için konulmuş olan, yahut vaziyetlerine göre halen temsile delalet eden tuğra veya armalar ve bunlarla beraber olarak sultanların mediherini ihtiva eden kitabeler hakkında ikinci madde hükmü tatbik olunur. Bu kabil tuğra ve arma ve kitabe bulunan hususi binalar, bunlar kaldırılmadıkça veya örtülmedikçe yukarda zikrolunan faaliyetler ve münasebetlere tahsis olunamaz.
Madde 2 – Birinci maddedeki kayiterin şumulü dahilinde olan tuğra ve arma ve kitabeler Devlet veya belediye malı olan binalarda bulunduğu halde kaldırılarak müzelere konulur.
Yerlerinden kaldırılmalariyle gerek kendilerinin, gerek bulundukları binaların, bedii veya tarihi kıymetlerine halel gelecek olanlar, eserin ve bulunduğu mahalin bedii kıymetini nakisedar etmemek üzere münasip vesait ile örtülür.
Madde 3 – Alakadar Vekaletlerin müracaatı üzerine Devlet binalarından hangi eserlerin kaldırılması veya örtülmesi lazımgeldiğini tayin ve örtülmesi lazım ise şekil ve suretlerini tesbit ile karar vermek Maarif Vekaletine aittir.
Madde 4 – Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 5 – Bu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.Yerlerinden kaldırılmalariyle gerek kendilerinin, gerek bulundukları binaların, bedii veya tarihi kıymetlerine halel gelecek olanlar, eserin ve bulunduğu mahalin bedii kıymetini nakisedar etmemek üzere münasip vesait ile örtülür.