Seyyid Ali el-Emin’in Düşüncesinde Din ve Siyaset – Müştak El-Hılo

Lübnanlı Şii taklit merciilerinden Seyyid Ali el-Emin 1952 yılında Lübnan’ın doğusunda dünyaya gelmiştir. Dinî eğitimini içtihat derecesine kadar Necef’te tamamlamıştır. Lübnan’ın önde gelen alimlerinden biri olan el-Emin aynı zamanda İslam Hakimler Şûrası/ Şura-i Hükema-i İslam üyesi ve mezhepleri yakınlaştırma alanında önemli aktivistlerden biridir. El-Emin’in siyasi alanda da şahsına münhasır görüşleri bulunmaktadır. İran Araştırmaları Merkezi’nin (İRAM) Şiilik Koordinatörlüğü görüşlerini yakından tanıyabilmek adına el-Emin’le bir röportaj gerçekleştirmiştir. Aşağıda röportajın önemli noktaları özet şeklinde yer almaktadır.

İnsan, Mezhep ve Fırka İlişkileri

El-Emin insanların dini, etnik ve milli aidiyetlerine bakmaksızın herkesi sadece insani değerler etrafında birleşmeye, diyaloğa, karşılıklı anlayışa ve barış içinde yaşamaya yönelip ayrımcılık, aşırıcılık ve mezhepçiliği terk etmeye davet etmektedir. Bu yaklaşım ten rengi, ırk, din vb. ayrımcılıkları ortadan kaldırma konusunda İslam şeriatıyla örtüşmektedir. Zira İslam’da ırk, din, mezhep vb. farklılıklara rağmen eşitliğe dayalı bir şekilde biraraya gelmek için bir engel yoktur.

El-Emin farklı mezhepler arasında tarih boyunca meydana gelen çatışmaları, yayılmacılık ve liderlerin kendi nüfuzlarını arttırma çabalarına bağlayarak bu çatışmaların kanlı şekillere bürünmesinin temel nedeninin kendini beğenmişlik, ortak noktaları görmezlikten gelme ve belli grupların istenmeyen özelliklerinin ön plana çıkartılması olarak değerlendirmektedir. Kendisinin görüşüne göre, Müslüman toplumlarda fırkacılığın yayılmasının temel nedeni ülke içerisinde siyasi ve dini partiler arasındaki güç rekabeti ve bu partilerin dışarıdaki hami güçleri arasındaki farklılıklar oluşturmaktadır.  Arap ve Müslüman ülkelerin uyumsuz politikaları bu durumun şiddetini arttırmıştır. Bazı alimlerin ve fıkıh bilimcilerinin bilimsel, itikadî ve tarihî meseleler üzerinde ihtilafları olduğu bir gerçektir. Fakat bu ihtilaflar onların milli ve dini ilişkileri üzerinde etkili olmamıştır.

El-Emin başka İslam mezheplerinin takipçileri arasında bir diğer İslam mezhebinin propagandasını yapmayı yanlış bir eylem olarak değerlendirip, böyle bir eylemin kâfirlikten imana doğru bir hareket olmadığı gibi Müslümanlar arasında ihtilaflara neden olan ve hiçbir kazanımı olmayan bir eylem olduğunun altını çizmektedir. Bunun yerine Müslümanlar arasında yakınlaşma ve aralarındaki nifakı ortadan kaldırma yönünde çaba gösterilmelidir. Bu nedenle el-Emin farklı mezhepler arası evliliği teşvik etmektedir.

Aşırıcılıkla Mücadele

El-Emin’e göre insanlar arasında nefret söylemlerini yaygınlaştırmak efsad fil-arz (yer yüzünde fesadı yaymak) ve nifakçılıktır. Zira bu söylemler terörizm ve aşırıcılığa zemin hazırlamaktadır. Bu nedenle devletlerden nefret söylemini yaymayı uluslararası kanun kapsamında bir suç olarak tanımalarını istemektedir. Alimlerin aşırıcılığa karşı mücadele etmeye başlamaları gerektiğinin altını çizen el-Emin bu noktada asıl sorumlunun Müslüman ülkelerdeki resmi yetkililerin olduğunu vurgulayıp onlara belli tavsiyelerde bulunmaktadır:

  • Ilımlı alimleri, kişileri ve aynı şekilde ılımlı çizgide ilerleyen TV kanallarını teşvik etmek.
  • Dini ortaklıkları kapsayan tek tip dini ders kitaplarının bastırılması. Bunun dışında her dine ve mezhebe ait özel meselelerin açıklamasının cami ve kiliselerin sorumluluğuna bırakılması.
  • Farklı fırkalar arasındaki ortak dini meselelerin araştırılmasını sağlayan kuruluşlar oluşturulması.

El-Emin, Ehli Beyt ve sahabe arasındaki iyi ilişkilere değinerek Hz. Muhammed’in sahabelerine hakaret etmenin Şii mezhep usullerinden olmadığı gibi büyük günah (günah-i kebire) olarak nitelendiğinin altını çizmektedir. Öte yandan el-Emin, Şii mezhebine mensup olanlar arasında bazı kişi ve grupların böyle bir yaklaşıma inanmasının, bütün Şii mezhebinin yaklaşımını temsil etmediğini de vurgulamaktadır.

İranlı Olmayan Şiilerin İran İslam Cumhuriyeti ile İlişkileri

El-Emin, Medine’de farklı dinlere mensup kişilerin bir arada yaşamasını, adalet ve eşitlik temelinde toplumsal düzenin oluşturulmasını ön gören “Medine Antlaşması”nı hatırlatarak, bu antlaşmadan günümüzü ilgilendiren dersler çıkarılması gerektiğini belirtti. Şiilerin kendi milletlerinin ayrılmaz parçaları olduğunu vurgulayarak, yeni iktidara gelen bazı partilerin Şiileri yurtdışındaki siyasi projeleriyle ilişkilendirmeye çalıştığını ve bunun büyük bir hata olduğunu söylemektedir. El-Emin aynı şekilde ülkesindeki Şiilerin ülke dışındaki siyasi projelerle ilişki kurmasının yanlış olduğunu ifade ederek, bir ülkedeki Şiilerin diğer bir ülkede bulunan Şiilerle kurdukları ilişkilerin milli değerlere zarar vermemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bir siyasi grup veya partinin ne kadar büyük olursa olsun dinî ve mezhebî alanlarda tek temsilci olamayacağının altını çizen el-Emin, Şiileri diğer ülkelere bağlı siyasî partilere ve gruplara karşı uyanık olmaya çağırmaktadır.

Siyasî Amaçları Gerçekleştirmek için Dinin Kullanılması

El-Emin’e göre siyasi projeler için dini sloganların kullanılması dine zarar vermekle beraber dinin kutsal ilkelerini, dünyevi meselelerin tartışıldığı, kişisel çıkarların konuşulduğu ve giderek ihtilaf, gruplaşma ve siyasî oyunların çöplüğüne dönüşen bir alan haline getirir. Geçmiş deneyimler dinî partilerin uygulamada davet ve risalet yolundan çıkıp dinî meseleleri güç ve siyaset alanlarına dahil ettiklerini göstermektedir. Bu nedenle bu tür yaklaşımların dine zarar verip toplumun din ve mezhebe göre bölünmesine sebep olmaktadır. Bunun sonucunda dinî siyasi partilerde partinin siyasetleri din doğrultusunda olmasından ötürü partinin muhalifleri din karşıtı olarak değerlendirilip dışlanmaktadır. Bu nedenle el-Emin dinî partilerin kurulmasına karşıdır. Bu noktadan hareketle el-Emin diğer ülkelerin de din, mezhep ve etnik temelli partilerin kurulmasına karşı çıkmalarını önermektedir. Aynı şekilde ulemanın siyasi meselelere karışmasının, günümüzde Müslüman toplumlar ve milletlerine hiçbir faydası olmadığını ileri süren el-Emin, ulema ve dinî kuruluşların doğrudan siyasete müdahale etmesine karşıdır. Ulema ve dinî mercilerin ümmetin birliği, davet, ıslahat ve adalet gibi daha kapsamlı meselelere önem vermeleri gerektiğini savunmaktadır.

Velayet-i Fakihin Meşruluğu

El-Emin “Velayet’ul Devlet ve Devlet’ul Fakih” adlı kitabında kendi görüşünü, velayet hakkının yönetimin sorumlusu olarak hükümete ait olduğunu ve hükümetin bu yetkiyi halktan aldığı yönünde detaylı bir biçimde ifade etmektedir. İslam ümmetinin velayetini hükümetin milleti temsil etmesi olarak ortaya koyan el-Emin, Velayet-i Fakihe karşılık ulus devletin velayetini savunmaktadır. Ona göre fıkıh açısından yönetim ve rehberlik sıradan insanlarla aynıdır. Fakih sadece halk tarafından seçildiği takdirde hakimiyeti meşrudur. Aksi takdirde sadece fakih olması onun için yönetme hakkı doğurmaz. Böylece yönetim hakkı ülke sınırlarını aşmamış olur. Bu nedenle el-Emin dinî ve mezhebî ilişkilerin vatandaşlık ilişkilerinden daha önemli olmadığını savunup, Şiilere kendi vatanlarına sadık olma ve savunma çağrısında bulunmaktadır. Bunların yanı sıra bir ülke, herhangi bir mezhep veya dinin mensuplarıyla ilişki kurmak istediğinde, bunu tâbi olduğu devlet aracılığıyla yapmalıdır.

 

Şiilerin Siyasi Yaklaşımları

El-Emin’e göre farklı ülkelerde bulunan Şiiler tıpkı diğer toplum bireyleri gibi farklı siyasî yaklaşımlara sahiptir. İran’ın siyasî bakış açısına yakın dinî ve siyasî partilerin ortaya çıkmasıyla bu farklı yaklaşımın etkisi artarak büyümüş, Şiiler arasında kendi ülkelerinde mevcut olan kültürel çeşitliliği ve millî siyasî değerleri gölgelemiştir. Buna rağmen hem Arap hem de Arap olmayan Şii toplumlarda İran’a yakın partilerin yaklaşımlarından farklı olarak daha ılımlı millî-siyasî söylemleri benimseyen örneklere de rastlamak mümkündür. Fakat bu görüşlere sahip olanlar iktidarı elinde bulunduran İran yanlısı partiler tarafından zaman zaman saldırıya uğramaktadır.

Şiilikte Merciilik ve Dinî Kuruluşların Mevcut Durumu

Önceki dönemlerde dünyada Şiilikte merciilik konusunda Kum ve Necef havzaları arasındaki rekabet her ne kadar bazı durumlarda etnik kimliğe bürünse de ilmî bir karakterdeydi. Taklit merciilerinin öne çıkmasının en önemli nedeni ilmî ölçülerdi. Ancak İran’da Velayet-i Fakih sistemine dayalı İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla merciilik de Velayet-i Fakih sisteminden etkilenmiştir. İran İslam Cumhuriyeti de hem yurtdışında hem yurtiçinde farklı görüşleri benimseyen dinî merciiliğin ortaya çıkmasına izin vermemiştir. Günümüzde dinî merciilik bir nevi güç ve siyasî parti ögelerine karışmış durumdadır. Ayrıca merciilik tamamen İran’ın mevcut yönetimine destek vermese de en azından muhalefet etmemektedir.  Bu nedenle Necef ve Kum havzalarında muhalif bir görüşe rastlanmamaktadır.

El-Emin Şiiliğin dinî kuruluşlarının yeniden yapılandırılması gerektiğine, bu yapılanmanın şeriatten ve diğer milletlerin tecrübelerinden faydalanarak bireysellikten çıkıp yasal ve kurumsal bir yapılanma yolunda Merciilikten başlanması gerektiğine inanmaktadır. Merciilik derecesine ulaşmanın kriterleri de bu kurumsal yapı tarafından belirlenmeli, büyük taklit merciini seçmek için saygın alimlerin yer aldığı bir meclis oluşturulmalıdır. Ona göre dinî ilim havzalarında ders programları gözden geçirilmeli, merciiliğin malî işleri şeffaf bir biçimde düzenlenmeli ve bir taklit merciinin kontrolündeki varlıklar merciinin vefatından sonra başka bir merciiğe aktarılmalıdır.

* Müştak El-Hılo, İran Araştırmaları Merkezi Şiilik Araştırmaları Koordinatörü.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et