Türkiye, 1980’li yıllardan itibaren serbest piyasa ekonomisini benimsedi. Devletin üretimden çekildiği, özel sektörün güçlendirildiği, fiyatların piyasada belirlendiği bir model… Bugün gelişmiş birçok ülke aynı modeli uyguluyor. Ancak ortada büyük bir soru var: Aynı modeli benimsememize rağmen neden Güney Kore’nin, Polonya’nın, hatta bazı Balkan ülkelerinin bile gerisindeyiz? Biz bu oyunu doğru oynayamadık mı, yoksa oyun zaten bize göre değil miydi?
Gerçek şu: Serbest piyasa yalnızca kuralları olan ülkelerde işler. Adaletin hızlı çalışmadığı, liyakatin değil sadakatin yükseldiği, kurumların güven vermediği bir yerde, serbest piyasa kuralsızlık anlamına gelir. Ve biz uzun yıllardır bu kuralsızlığın içindeyiz. Sermaye özgür ama tekelci. Girişimci özgür ama yalnız. Tüketici özgür ama korumasız. İşte Türkiye’de serbest piyasanın çelişkisi burada başlıyor.
Bir diğer sorun: Kendi oyun alanımızı kuramıyoruz. Kendi markamızı çıkaramıyoruz. Katma değeri yüksek üretime geçemiyoruz. Eğitim sistemimiz 20 yıl öncenin sanayisine bile adam yetiştiremiyor. İhracatta birim fiyatımız hâlâ 1.5 dolara sıkışmış durumda. Bu tabloyla Almanya’yı, Güney Kore’yi, Singapur’u yakalayacağımızı düşünmek gerçekçilik değil, duaya kalmış bir hayaldir.
Peki ne yapmalıyız?
Öncelikle, “serbest piyasa”yı ideolojik bir slogan olmaktan çıkarıp kurumsal bir ciddiyetle yeniden inşa etmeliyiz. Yargı bağımsızlığını, rekabet kurumunu, kamu ihale şeffaflığını tesis etmeden piyasa sadece bir çıkar kulübüne döner. İkincisi, insan kaynağını dönüştürmeliyiz. Meslek liselerini, üniversiteleri, araştırma merkezlerini sanayiyle gerçek anlamda entegre etmeden kalkınamayız. Bu dönüşüm, plansız inşa edilen sanayi bölgelerinden, kopya teknoloji startuplarından çok daha önemli. Üçüncüsü, devleti yeniden tarif etmeliyiz. Ne her şeye müdahale eden bir baba, ne de her şeyi özelleştirip kenara çekilen bir seyirci devlet… Yatırımı teşvik eden, girişimciyi cesaretlendiren, hukuku önceleyen bir “oyun kurucu” devlet modeline ihtiyacımız var. Ayrıca, üretmeden büyüyemeyiz. Taklit ederek zenginleşemeyiz. Liyakati dışlayarak gelişemeyiz. Serbest piyasa, oyunun kurallarına sadık kalanların ligidir. Biz bu ligin içindeyiz ama hâlâ kuralları öğrenemedik. Eğer bu kuralları öğrenir, uygulama iradesi gösterirsek, bırakın geride kalmayı, birçok ülkeyi geçmek işten bile değildir. Ama aksi halde, serbest piyasa yalnızca güçlülerin zayıfı ezdiği bir arenaya dönüşür. Ve biz o arenada hep kaybeden oluruz.