Serbest piyasa çevreyi korumayı başarabilir mi?

EKONOMİK sorunların çözümüyle ilgili hemen her konuda genellikle iki yaklaşımın rekabetine rastlarız. Hangi ekonomik problem söz konusu olursa olsun, buna dair ya hükümet müdahalesini esas alan bir çözüm önerilmekte ya da rekabetçi piyasaların sunduğu reçetelerin üstünlüğü dile getirilmektedir.

Aynı şey iktisatta giderek artan bir tempoyla tartışılan çevre sorunları için de geçerlidir. Üstelik çevreyle ilgili konular gündeme geldiğinde genellikle tartışmaların harareti artmakta, özellikle müdahale isteyen çevrelerin sesi çok daha gür çıkmaktadır. Bu yüksek hararette çevre konularında güvenilir bilgi ve istatistik elde etmenin zorlukları yanında bu konuda üretilen büyük çaplı dezenformasyonun da önemli rolü bulunmaktadır.

Çevre sorunlarında siyaset ve hükümet mekanizmasına bel bağlayan yaklaşım esas itibariyle kötümser bir çizgiden hareket etmektedir. Kökleri 18. yüzyıl sonlarında Thomas R. Malthus’a kadar giden bu görüş, doğayla ilgili büyük endişelere sahiptir. Özellikle artan nüfusun doğal kaynaklar üzerinde baskı oluşturması, hava ve su kirliliğinin artması, bazı türlerin yok olması, ormanların tahribi, madenlerin ve diğer bazı doğal kaynakların aşırı kullanımı ve küresel ısınma gibi konular temel endişe alanlarıdır.

Bu endişeleri sıklıkla dile getirenler, problemleri kapitalist ekonomik gelişme ve onunla bağlantılı piyasa başarısızlıklarıyla ilişkilendirir. Bu bakış açısıyla, maddi üretimde yaşanan büyük ilerleme doğanın tahribi pahasına gerçekleşmektedir. İnsanlığın geleceğini tehdit eden bu sürecin önüne geçilmesi için hükümetlerin geniş önlemler alması gerektiği vurgulanır. Yürütülen mantık şudur: Firmaların üretimi artırıp maliyetleri kısma çabaları çevre sorunlarına yol açar. İktisadi karar birimleri çevrenin ya da bâkir doğanın korunması gibi konulara duyarlılık göstermezler, çünkü onların yararlarına bir bedele katlanmadan sahip olabilirler.

Sert hükümet tedbirlerini savunanların neredeyse sayısız gerekçesi vardır. Onlara göre dünya benzeri görülmemiş bir çevre felâketiyle karşı karşıyadır; küresel ısınma nedeniyle kutuplardaki buzullar erimektedir; hayvan nesilleri tükenmektedir vs.

PEKİ YA GERÇEKLER?

Çevre sorunları çeşitli boyutlarıyla tartışılmaya devam ederken, 1990’lardan sonra, devlet düzenlemelerinin çevre sorunlarını önlemede başarısız kaldığı açıkça görülmeye başlamıştır. Ayrıca doğal çevrenin imkânlarını makul bedellerle insanlara sunma konusunda hükümetlerin performansının bir hayli zayıf kaldığına, çevre regülasyonlarının masraflı ve etkisiz uygulamalara dönüştüğüne dair birçok bulgu ortaya konmuştur.

Şoke edici ilk haberler 1990’lı yıllarda Sovyetler’in ve Doğu Avrupa ülkelerinin çevre performansı gün yüzüne çıkınca gelmeye başladı. Çeşitli yayın organlarında yer alan bilgiler havadaki yoğun kirlilikten, kimyasalların yol açtığı çevre felâketlerinden söz ediyordu.

Macar doktorlar 1990’da ülkedeki ölümlerin %10’unun kirlilikle bağlantılı olduğunu ilan etmişlerdi. Çöken sosyalist bloğun çevre mirası tam anlamıyla bir fiyaskoydu. Tartışmalar sürerken, çevre konusunda piyasa çevreciliği denilen harekete zemin oluşturacak gelişmeler yaşandı. Çevreyle ilgili felâket senaryolarına meydan okuyan görüşler ortaya kondu. Mesela Amerikalı profesör Julian Simon, gelişmiş dünyada kirliliğin azaldığını, hayatın iyiye gittiğini, nüfus baskısının gerilediğini tespit etti. Nobel ödüllü Milton Friedman teknolojinin kirlilik yarattığı tezini sorguladı. Diğer iktisatçılar devletin çevre yönetimiyle ilgili başarısızlıklarına ve kötü yönetimine dair sayısız örnek verdi.

Dahası çevre regülasyonlarından menfaat sağlayan kesimlerin, doğru olmadığı daha sonra anlaşılan ya da en kötü senaryoya göre hazırlanan çeşitli raporlar vasıtasıyla siyasetçiler üzerinde baskı yaratarak daha çok fon sağlamaya çalıştıkları belgelendi. Michigan Üniversitesi’nden Sylvan Wittwer, bu durumu bilim adamlarının halkı korkutarak para kazanmayı fark etmeleri şeklinde yorumlamıştı.

REGÜLASYONLAR BAŞARILI OLDU MU?

Özellikle ABD’de yakın tarihte yapılan önemli çalışmalar, çevre koruma adına düzenlenen regülasyonların büyük masraflara rağmen kayda değer başarılar getirmediğini gösterdi. Halkı korkutan raporlarla meşhur olmuş bu programlardan biri en çok kirlenmiş bölgelerin temizlenmesi amacına sahip Superfund idi. 1996 yılında yapılmış bir çalışma milyarlarca dolar harcamaya rağmen, Superfund programının başarısızlığını ortaya koydu.

Başkan Clinton onu felâket olarak nitelemişken, program harcamalarının %95’inin riskin son yüzde 0,5’ine gittiği tahmin edildi. Regülasyonlar bazı olumlu sonuçlar sağladıysa bile, onların genel eğilimi müsriflik, başarısızlık, abartılı risklerle mücadele, doğal kaynakların değerinde düşme, muhatapların memnuniyetsizliği gibi sonuçlar oldu.

PİYASA ÇÖZÜMÜ

Piyasa mekanizması çevrenin korunmasında başarılı araçlara sahiptir. Önce şu gerçeği tespit etmek gerekir: Piyasalar doğası gereği çevrecidir. Piyasaların sağladığı müşevvikler, üreticileri daima en etkin üretim yöntemlerini geliştirmeye ve kullanmaya sevk eder. Ayrıca bir doğal kaynağın arzı azalmaya başladığında müşevvikler sayesinde onun alternatifleri araştırılır; böylelikle doğal kaynaklar üzerinde baskı azalır ve çevre korunmuş olur. Ayrıca sürekli teknolojik gelişmeler sayesinde ciddi bir kaynak tasarrufu ortaya çıkar. Teknoloji sanılanın aksine çevre düşmanı değildir. Bugünün otomobilleri eskiye göre çok daha az yakıt tükettiği gibi, gelecekte çok daha çevreci otomobillerin ortaya çıkacağı da açıktır. Elektronikte gerçekleşen devasa ilerlemeler kaynak sarfı açısından olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Piyasa rekabetinin beslediği teknik gelişme yenilenebilir enerji kaynaklarından daha çok yararlanma olanaklarını ortaya çıkarmaktadır.

Öte yandan piyasa mekanizması yoluyla ekonomik büyüme ve refah düzeyi artarken, bu durum çevre kalitesinde iyileşmeleri teşvik etmektedir. Çünkü gelir seviyesindeki artışlarla birlikte insanlar, çevre sorunlarına karşı daha duyarlı hale gelmektedir.

MÜLKİYET HAKLARI

Mülkiyet hakları her türlü ekonomik faaliyetin asgari koşulu olduğu gibi piyasa çevreciliğinin de temelini oluşturur. Mülkiyet hakları açık şekilde tanımlanmalı, etkili şekilde uygulanmalı -mülk her türlü ihlalden korunmalı- ve transfer edilebilir olmalıdır. Bu unsurları içeren bir haklar sistemi pek çok çevre sorununa karşı etkili bir önlem olarak işlev görür. Şayet, doğal kaynak üzerinde mülkiyet hakları tanımlanamaz ise o zaman regülasyonlar faydalı olabilir.

Etkin bir mülkiyet hakları sistemi altında, sahiplerin kendi mülkünü koruma konusunda güçlü bir müşevviği olur. Sahipler mülklerinin değerini korumak için onu dikkatli kullanır, böylece elden çıkardıklarında ondan en yüksek kazancı elde etmeye çabalarlar. Bu sayede, her türlü mülkün müstakbel değerini koruyacak şekilde aşırı ve müsrif kullanımın önüne geçilebilir. Mülkiyet hakları, bir kaynağı, sahibi açısından bir varlık ya da değer haline getirir. Sahip, mülkün değerinin azalmaması için uzun vadeli tedbirler alır.

Diğer taraftan mülkiyet hakları kirlilik faaliyetlerini en aza indirebilir. Şayet etkilenen kişiler, kirletenlere karşı tazminat davası açabilirlerse, bu sorunla etkin şekilde mücadele edilebilir. Bir çimento fabrikası gerekli tedbirleri almayıp atmosferi kirletirse, kirliliğe maruz kalanlar dava açıp tazminat isteyebilirler. Bu durumda fabrika sahipleri kirletmeye karşı gerekli önlemleri almak zorunda kalırlar.

Mülkiyet hakları orta malların trajedisi diye bilinen riskleri de ortadan kaldırabilir. Biyolog Garrett Hardin sınırlı kaynaklar (mesela otlaklar) üzerinde mülkiyet hakları tesis edilmediği zaman, onların aşırı kullanıldığına ve kirlendiğine dikkat çekmişti. Gerçekten de bu durum, bazı türlerin yok olması dâhil pek çok çevre sorununa yol açabilmektedir.

Örneğin balık avlanma alanları herkesin kullanımına açık olmak yerine, uzun süreli ve transfer edilebilir bir mülkiyet hakları sistemine bağlı olsa, onların sahipleri kendi alanlarını korumak için her türlü tedbiri alacaklardır. Etkin şekilde tanımlanan ve uygulanan transfer edilebilir mülkiyet hakları sayesinde aşırı avlanmanın önüne rahatlıkla geçilebilir. Haklara dayalı çözümler aşırı avlanma ya da kullanma sorununa karşı etkili bir yoldur.

TİCARET VE PAZARLANABİLİR KİRLİLİK İZİNLERİ

Serbest piyasa ticaret imkânları ile doğal kaynakların korunmasına katkı yapabilir. Özellikle ABD’de batı eyaletlerinde kullanılan bu yol, akarsuların korunmasında faydalı sonuçlar üretmektedir. Akarsuların şehir ihtiyaçları nedeniyle daha çok kullanılması doğal yaşamı olumsuz etkilemektedir. Su piyasası bu soruna çözüm olarak yükselmiştir. Alınıp satılabilen ya da kiralanabilen su hakları sayesinde, suyun çevresel amaçlara tahsisi mümkün olmaktadır.

Alınıp satılabilen kirlilik izinleri de emisyonları azaltmaya katkı yapabilir. Kirliliği kontrol birimlerince çeşitli sahalar için belirlenen toplam emisyon miktarları, kirleticiler arasında alınıp satılabilirse, firmalar daha az kirletme yollarını araştırıp kendi izinlerini satma fırsatı kollayabilirler. Uygulamanın ABD ve Avrupa’da başarılı olduğuna dair bulgular vardır.

Piyasalar ve mübadele süreci, doğal kaynakların kullanılması konusunda farklı fikirlere ve değerlere sahip insanları çatışma yerine işbirliğine yönlendirecektir. Çatışmanın yerine işbirliğinin geçmesi sayesinde, ticaretten gelen kazançlar mümkün olacağı gibi, pahalı ve hantal bürokratik çözümlere de ihtiyaç azalacaktır.

ÇEVRE VERGİLERİ

Hükümetler kirleticilere vergiler yüklemektedir. Şayet bu vergiler kirliliği azaltma temelinde belirlenirse, daha faydalı olabilirler. Bir şirket daha az kirlettiğinde daha az vergi öderse, o zaman üretim tekniklerini çevreye duyarlı hale getirecektir. Bu vergiler kirletenlerden alınıp kirlenmeye maruz kalanlara aktarılan bir çeşit tazminat haline de getirilebilir. Etkili emisyon kontrolleriyle desteklenen böyle bir vergi yapısı, kirleticiler için emisyonları düşürmeye dönük güçlü bir müşevvik sağlayacaktır.

Çevre vergileri daha farklı amaçlar için de kullanılabilir. Örneğin vergi vb. avantajlar sağlama karşılığında toprağın entansif kullanımının önüne geçilebilir. Böylece daha fazla toprak bâkir halde kalabilir. Serbest piyasa daha çok sayıda farklı uygulama geliştirebilir. Örneğin Kanada’da kamu arazileri için mali sorumlulukla çevresel duyarlılığı birleştiren yeni yönetim stratejileri ortaya çıkmıştır. Ormanlarla ilgili endişeler, ağaç kesme ve diğer ormancılık faaliyetlerinde farklı yaklaşımların araştırılmasına zemin hazırlamıştır. Alison Berry, Kanada’da uzun dönemli kiralama ve ruhsatlar ile merkezi olmayan denetimin sağladığı avantajlara dair örnekler aktarmaktadır.

GÖNÜLLÜ ÇABALAR VE ÖDÜL SİSTEMLERİ

Tüm dünyada çevre korumasına hizmet eden çok sayıda birey ya da sivil grup bulunmaktadır. Özel kişileri ya da işletmeleri doğanın korunmasına dönük daha çok çaba göstermeye teşvik edecek yollar araştırılabilir. Bu amaçla çeşitli ödül yapıları oluşturulabilir. Türleri ve doğal ortamları koruyan kişilerin ödüllendirilmesi çevre korumada etkili bir yoldur. İktisatçı Randy Simmons ABD’de, Nesli Tükenmekte Olan Türler Kanunu’nun, aşırı maliyetli ve işe yaramaz olduğunu tespit etti. Ona göre olumlu müşevvikler çevreyi korumada cezalardan daha etkindir. Özel mülk sahiplerine bedel ödetmek yerine doğal ortamı koruyan mülk sahiplerini ödüllendirmek daha faydalı bir yol olabilir.

SONUÇ

İktisadi hayatın temel gerçeklerinden biri şudur: Her türlü üretim faaliyeti çevreye bir yük getirir. Bunun önüne geçmek mümkün değildir. Yeryüzünde kusursuz teknoloji olmadığı gibi, atık yaratmayan bir imalat faaliyeti de yok gibidir. Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz sorun, çevreye hiçbir zararı olmayan üretim tekniklerini aramak değil, refaha giden yolu kapamadan çevreye en az zararlı yöntemleri bulmaktır.

Doğal çevrenin bir bütün olarak korunması konusunda piyasa çözümleri, alternatifi olan hükümetsel düzenlemelere göre pek çok yerde daha etkin sonuçlar üretmektedir. Buna rağmen piyasaların çevre korumasında kusursuz işleyeceği düşünülmemelidir. Piyasa çözümlerinde de bazı eksiklikler yaşanabilir; ancak piyasa, esnek ve güçlü geri-besleme mekanizmaları sayesinde onlara çözüm ya da alternatifler üretebilir.

Çevre konusunda piyasa uygulamalarını mümkün olduğu kadar yaygınlaştırmak herkesin faydasınadır. Bakımsız ve kötü işletilen yerler olmasını istemiyorsak, kamu arazileri ve parkları için kullanıcı ücretlerine ve özel işletmeciliğe kapı açabiliriz. Daha çok kaynağı korumak ve uzun vadede daha değerli hale getirmek istiyorsak, kamu kesimi elindeki arazilerin miktarını azaltıp özel toprak sahipliğini güçlendirebiliriz.

Kısaca özel sahiplik, ticaret ve rekabet doğal kaynakları korur ve daha değerli hale getirir! Geçtiğimiz iki hafta boyunca her yerde bu geç ki ne geç ulaşılmış anlaşmayı bile zayıflatmak için elinden geleni ardına koymayan fosil yakıt endüstrisine, yani gerçek zalimlere karşı dünyanın her yerinde birçok çizgi çekildi.

Eğer “sıradan insanların” desteği olmasaydı dünya liderleri bu problemi daha uzunca bir süre memnuniyetle görmezden geleceklerdi. Yeni atılan imza ve anlaşmanın uygulanması arasındaki mesafeyi kapatacak olan yine halklardan gelecek baskı olacak. Böylece yeni bir bölüm başlıyor. Önümüzdeki günlerde duyurulacak önemli gelişmeler için lütfen takipte kalın!

Son olarak, eğer şu an bunu okuyorsanız zaten bu noktaya gelmemizi sağlayanlardan birisiniz, teşekkür ederiz. 2015 bizim için tarihi bir yıl oldu çünkü çok daha güçlü ve umut dolu bir iklim hareketi inşa etmek için birlikte çalıştık. Minnetle ve her zaman olduğu gibi, umutla…

Dernekler Dergisi, 19.02.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et